23 Mayıs 2020 Cumartesi

22 Mayıs 2020 Cuma

Gezi Notları : Gezi Notları : İSPANYA GEZİ NOTLARI, MART 2020

Gezi Notları : Gezi Notları : İSPANYA GEZİ NOTLARI, MART 2020: Gezi Notları : İSPANYA GEZİ NOTLARI, MART 2020 : İlk Durak Barselona Yıl 2013, İran yolculuğum sırasında Gezi olayları patladı ve tüm gez...

21 Mayıs 2020 Perşembe

Gezi Notları : İSPANYA GEZİ NOTLARI, MART 2020

Gezi Notları : İSPANYA GEZİ NOTLARI, MART 2020: İlk Durak Barselona Yıl 2013, İran yolculuğum sırasında Gezi olayları patladı ve tüm gezi boyunca Türkiye'den haber alamamanın en...

İSPANYA GEZİ NOTLARI, MART 2020




İlk Durak Barsolana

Aylar öncesinden hazırlandığım ve bir ay sürecek olan yolculuk planlarım, İspanya, İtalya, Hırvatistan, Karadağ, ( Montenegro) Arnavutluk ve Yunanistan'ı kapsıyordu. 

İlk kez tek başına çıkacağım bu kadar uzun bir yolculuğun rotasını en ince ayrıntılarına varana kadar planlamış paramı kuruş kuruş denkleştirmiş 1.5 aylık vizeyi de kapmıştım. Artık yolculuğa hazırdım. Bu arada Koronavirüs haberleri ufaktan gelmeye başladı 😩 Çin'de ortaya çıkan virüs haberleri ilgi alanıma bile girmedi, derken, İtalya işin içine dahil oldu,  Lombardiya'da ortaya çıkan ilk vaka 21 şubatta idi 24 şubatta İtalya'yı iptal ettiğimde orada 7 ölü 229 vaka vardı, aynı tarihte İspanya'nın şehri Velensiya'da bir kişi ölmüş bir kişide pozitif çıkmıştı. ( şimdi bakınca ne kadar az bir vaka imiş) 

İtalya'da işler ciddileşmeye başlayınca, sadece İtalya bölümünü iptal edip Arnavutluktan geziyi kaldığı yerden yeniden başlatarak  virüssüz ülkeler rotası oluşturdum.
( bu arada Pegasus, İtalya uçuşuna, resmi kararı beklemeden ücretsiz iptal hakkı tanıdı. I love you pegasus 
Ertesi günlerde, Arnavutluk ve Yünanistan'dan da bir iki vaka haberi gelince gezinin geri kalanını da tamammen iptal etmek zorunda kaldım. O sıralar İspanya'da ise durum iyi gözüküyordu sadece Madrid'te bir iki vaka görülmüştü, aman canım zaten benim yolum oradan geçmiyordu.

Geziye iki üç gün kala bir hazırlığa giriştim ki sormayın! tedbiri elden bırakmamak lazım... bağışıklık sistemini güçlendirici ilaçlar, maske, ameliyat eldivenleri, yüksek alkol içeren el dezenfektanları, zannedersin nükleer bir savaşa gidiyorum. Çantamda kıyafetten çok tıbbi malzeme var.
Aile ve arkadaş çevremde gitme diye baskı uygulayanlar ile ''amaaan git git bir şey olmaz'' diyenler ikiye ayrılmış durumda. İlk kez bu kadar endişe içinde bir gezi başlıyor hadi hayırlısı :) :)

3 MART
Gergin ve heyecanlıyım, bu ne biçim gezi aşkı arkadaş! hiç bir şey beni yolumdan döndüremiyor. korkmuyor değilim hatta ödüm patlıyor ama kendime bile itiraf etmiyorum. Neyse artık havaalanında'yım tüm işlemler bitti, bekleme salonun geldim oturacak yer ararken, baktım genç bir adam kalkmak üzere hazırlanıyor, onun kalktığı yere oturmak için yöneldiğimde bir de ne göreyim! yıllardır, haset, kıskançlık ve sevgiyle izlediğim, TV2'de yayınlanan çok gezenti programının sunucusu Burak Akkul... amaan!  bir mutlu oldum.. bir mutlu oldum... sormayın!
İngiltere'deki eşini alıp yeni bir gezi programı için seyahate devam edeceğini söylüyor... ee o korkmuyorsa ben niye korkayım ki!..içime bir güven duygusu doluyor, O halde bekle beni İspanya yeneceem seni!! 😃
Telefonumu ona veriyorum birlikte fotoğraf çektiriyoruz, Burak hafiften bir öksürüyor, üç hafta önce gribe yakalandığını ama artık atlattığını söylüyor geçmiş olsun diyorum, tokalaşıp ayrılıyoruz.
( Ahh!! bu anıların acısı sonra fena çıkacak! )




Uçaktaki en arka koltuk benim, hem de üç koltuğun tamamı benim ooohh!! yayıla yayıla oturuyorum. 3.5 saat süren yolculuğum hiç endişeye yol açmadan çok sorunsuz bir şekilde noktalanıyor.

Havalimanından şehir merkezine giden, aerobüs A-2'ye biniyorum ücreti 5.90 euro, yaklaşık yarım saat sonra kalacağım hostele yakın durakta iniyorum.  Erken geldiğim için için henüz hostel hazır değil sırt çantamı bırakıp çıkıyorum, hemen yanında bir kafe var, oturup kendime bir kahve söylüyorum... ilk iş internete bağlanıp abimi aramak...Buradayım! geldim sorun yok demek için... Yeğenim ve abim meraktalar biliyorum. Özelikle yeğenim Nevin, bu seyahate çıkmamam için çok ısrarcı oldu, çok endişe etti, bu durum ben İstanbul'a dönene kadar sürdü. Şöyle yazmış ilk günkü mesajında; ''halacım neredesin?''  benden uzun bir süre yanıt alamayınca, şöyle devam etmiş, '' Allah kimseyi şu mesajın iki mavi tik'ini kontrol etmek zorunda bırakmasın Halacım amin!... Çok şey mi istiyorum? sadece iki mavi tik...''

Bazı mesajlar vardır kısacıktır ama çok şey ifade eder bu da o mesajlardan biri, sadece iki mavi tik işareti bekliyor halasından hepsi bu!

Her uzun yolculuk sonrası güvende olduğumu hissettiğim anda çıkagelen, boyun ağrım başlıyor çünkü sıra onda, bu zamana kadar beni idare etti ona da şükür :) ilaçlarımı alıp yatıyorum ama stres ne kadar büyükse ağrının dozu da o kadar büyük oluyor...e neka köfte o ka para :) ağrı başlamasa şaşardım, çünkü boyun ağrılarım yıllardır benim sorunlu bir kardeşim gibi oldu, onu olduğu gibi kabullenip çilesini çekiyorum, art arda içilen ağrı kesicilerden sonra o akşamüstü yemek bile yemeden erkenden uyumuşum...


 Bird House Barselona, 8 yataklı karma yatakhanede geceliği 13.5 evro, tavsiye ederim çok temiz ve oldukça merkezi bir konumda.


4. MART
 Dün beni yerlere seren boyun ağrım geçmiş ve kurt gibi acıkmış bir şekilde hostelde uyandım. İşte geldim Barselona!... senin için dağları, denizleri aştım, korona korkusunu yendim, yaşasııın işte mutluluk bu! Hava günlük güneşlik bir önce kendimi dışarıya atmam lazım. Diğer uyuyan insanları uyandırmamak için sessizce hareket etmeye çalışarak hazırlanıp çıkıyorum.
Önemli not:
Her ne kadar bu yazı bir, gezi-anı,  yazısı olsa da, yolu bir gün İspanya'ya düşecek olanlar için önemli notları şuraya yazayım. Barselona'nın T1 ve T2 olarak adlandırılan iki ayrı uçak terminali var. Pegasus gibi ekonomik uçaklar T2 terminaline iniyor,  Barselona'dan geri dönerken bu önemli bilgi işinize yarayacak, çünkü bindiğiniz toplu taşıma aracı veya taksi, hangisine gideceğinizi soracaktır. Bu bilgiler sizin işinize yaramasa bile belki yakın gelecekte yeniden benim işime yarayabilir o yüzden buraya not düşmekte fayda var. ( amin allahım )

Hostelden çıkarken karşılaştığım ve sonradan adının Yadira Rodriguez olduğunu öğrendiğim Kübalı genç kıza,  La Rambla Caddesini soruyorum amacım o cadde'de bulunan Boqveria pazarında kahvaltı etmek. Yadira'da oraya kahvaltı yapmaya gidiyormuş  ne tesadüf! ee dedim size ben şanslıyım diye, benim gezi meleklerim vardır soldaki dalgacı olan sağdaki evhamlı meleğimdir.

Birlikte la Rambla caddesi boyunca yürüyoruz, Bana (anladığım kadarıyla) bir çok kez geldiği ve çok sevdiği Barselonaya'yı anlatıyor. Boqueria pazarında birlikte kahvaltı yapıyoruz daha sonra sahile kadar yürüyüp  Kristof Klomb anıtı önünde vedalaşıp ayrılıyoruz çünkü o öğleden sonra yaşadığı ülke olan Fransa'ya geri dönecek. O yarım gün içinde oldukça güzel anılar paylaştık, ben ona dilimin döndüğünce İstanbul'dan söz ettim ve günün birinde belki Cüba'da, İstanbul'da yada Farnsa'da karşılaşmayı dileyerek birbirimize veda ettik. Buradan Yadira'ya selamlarımı gönderiyorum.
Madem bu şehri gezicez hadi o zaman şehrin kimliği hakkında bir kaç bilgi paylaşalım.




Akdeniz kıyısında yer alan  Barselona, İspanyanın ikinci büyük şehri ve Katolanya Özerk bölgesine dahil. Kendilerine has dilleri olan Katalanlar öyle ki kendilerini İspanyol olarak bile görmüyorlar. Hatta bir çok binada onları temsil eden bayrak ve  sarı kurdelayı  görmek mümkün ve o kadar çok ki bayram falanmı? acaba diye de düşündüm.

Şehir, Mimar Antoni Gaudi' nin 1900'lü yıllarda inşa ettiği sanatsal yapılarla ünlü. O yapılardan bazılarını görmeyi gezinin sonlarına bıraktım çünkü bu gün zamanım ancak  La Ramba caddesi ile Barri Gotik ( gotik mahallesi) ve Barselona Kadetralini görmeye yetecek. Yarın İspanyanın Güneyindeki Endülüs bölgesine, Sevilla'ya gidiyorum, az buz değil 14 saat sürecek olan bir yolculuk beni bekliyor.


Şimdi  Kiristof Kolomb heykeli önünden başlayalım. La Rambla caddesinin sonuda, Limanın hemen önünde bulunan Heykel, 1888 yılında Kristof Kolomb'un Amerikayı keşfinden sonra Barselona'ya dönmesini temsil ediyor ve eliyle işaret ettiği nokta Amerika kıtası imiş ama bazı tartışmalar heykelin yanlış yeri işaret ettiğini iddia ediyor, tıpkı Amerikayı ilk keşfedenin Klomb olmadığı gibi tartışmalara neden oluyormuş.




























Bir kaç fotoğraf çekip denize veda ederek geldiğim noktaya La Rambla caddesine geri dönüyorum cadde ve sokak araları insanlarla dolu. Başta buraya gelirken yaşadığım koronavirüs korkusundan kimsede eser yok, herkes mutlu mesut dolaşıyor. Yanıma aldığım maskeleri kullanmaya çekiniyorum çünkü maske takan tek bir kimse yok. Sokak aralarına giriyorum bütün binalar oldukça eski olmasına rağmen son derece bakımlı. Sanki gezdiğim tüm yerler muhteşem bir tarih sahnesi gibi, görüntüyü bozan tek şey modern giyimli insanlar, onlarda olmasa inanın tarihe yolculuk yaptığınızı sanabilirsiniz.
Dar bir sokak arasından gelen müzik sesine doğru ilerliyorum minik dar geçit oldukça geniş  bir alana açılıyor ve alanı  çevreleyen eski binalar geçmiş yüzyılın site evlerini ortaya koyuyor. Binaların alt katları  kafeye dönüştürülmüş ve geniş alanda sokak müzisyenleri çalgılar çalıyor. Onları rahat izleyebileceğim bir yere yüzümü güneşe verip oturuyorum kendime bir bira söylüyorum, yanımdaki masada oturan adam karısını dansa kaldırıyor onları dans ederken kayıt ediyorum. masaya oturduklarında gülüşerek bardaklarımızı tokuşturuyoruz.  Sicilya'dan gelmişler belli ki orta halli insanlar ve bu gezinin hayalini benim gibi çokça kurmuşlar ve tadını sonuna kadar çıkarıyorlar.



                                     
               

Barselona Katedrali, Barri Gotic semtinde olan bu katedral önceleri Roma tapınağı olarak inşa edilmiş, arkasından cami olmuş, sonra Katedrale çevrilmiş.


Barri Gotik ( Gotik mahallesi )


                                       Katalan bayrağı ve onları temsil eden sarı kurdela
















Barri Gotic'te ( Gotic mahallesi) ortaçağdan kalma dar sokaklar da yürüdüm Roma imparatorluğunun bir parçası olan şehrin bu bölgesinin hemen yanında Barselona Katedrali bütün ihtişamı ile bir anda karşınıza çıkıveriyor. Sakın şaşırmayın. Hemen yanındaki sokak satıcısından kendime bir bilezik alıyorum satıcı gümüş olmadığını iddaa ediyor ama bana kalırsa gümüş,  sanırım satıcıyı kazıkladım.

Karnım aç ama dışarda yemek yiyecek kadar bir bütçeye sahip değilim, zaten Boqueria pazarda kahvaltıya 8 euro ödedim alt tarafı iki kahve ve iki kruvasan... anlaşılan o ki dışarda pek bir şey yiyemicem bir dilim pizza 5 avro gerisini siz düşünün, pek eğlenceli olmasa bile, marketten alışveriş yapıp hostelde yemek daha akıl karı. Artık günü noktalayıp dönme vakti ve üstelik kaldığım hostele neredeyse 2 km yol yürücem.

5 MART
 Duş almak yarım  saat, kahvaltı 15 dakika, abi'ile internette konuşmak 2 saat,  toparlanmak 1 saat derken yolculuk vakti gelip çatıyor, sırt çantamı alıp çıkıyorum, yolculuk İspanyanın Endülüs bölgesine doğru.. o bölgede 3 ayrı şehir gezicem ilk durak Sevilla sonra Malaga ve Granada... eee başlasın o zaman derin yolculuk.

Otobüsüm saat 16.30'da kalkıyor ve sabah 8 gibi Sevilla'da inicem. Aylar önce İnternetten,    Busbud uygulaması üzerinden satın aldığım yolculuk biletimi göstererek biniyorum otobüse,  Eğer sizde planlı hareket etmeyi sevenlerdenseniz  bu deneyim işinize yarayabilir. 
Bu sayede şehirler arası yolculuklarımda bilet alma endişesi yaşamadım ve erken bilet aldığım için de oldukça ucuza geldi.

 6 MART
                                                            SEVİLLA
Gece yolculuklarını çok severim, derin bir ıssızlık içinde dağlardan, kasaba ve köylerden öylesine geçer gidersiniz. Çoğunlukla o anları hissedebilmek için uyanık kalmaya çalışırım ve imkanım varsa çevremi görebilmek için daima ön koltuğu seçerim. Bu gezinin tamamında  hep ön  koltukta seyahat etme şansım oldu ve yan koltuk hep boştu.

Mola verilen yerler  yolcu değişimi olan ana duraklardı, birileri iniyor yerine bir başkaları biniyordu sanırım baştan sona değişmeyen tek yolcu bendim.
Sonunda pırıl pırıl güneşli bir günün sabahında Sevilla terminalinde yolculuk sonlandı.
Başka  bir şehrin insanları arasına karışmanın mutluluğunu yaşıyorum. İlk dikkatimi çeken şey havaya yayılan müthiş koku, önce leylak sandım ama sonra anladım  ki Turunç  ağacıymış,  yer gök bu ağacın çiçeklerinin yaydığı, insanın başını döndüren koku ile dolu. 

                                                         
Sabahın erken saatleri, henüz otobüsten yeni inmişim kalacağım hosteli bulmaya çalışıyorum, ama çevre o kadar güzel ki durup fotoğraf çekiyorum, şımarıklık diz boyu... 

                                
         Önce kahvaltı diyerek bir kafeye giriyorum ama en az 7-8 euro ödediğiniz zengin kahvaltısı bu            arkadaşlar! 






                   



Hostele yerleşir yerleşmez hemen sonra kendimi dışarı atıyorum hadi şehri keşfedelim!.. Endülüs Özerk bölgesinin başkenti olan Sevilla, M.Ö. 2. yüz yılda Romalılar tarafından kurulmuş. Tarihi boyunca bir çok işgale uğramış. Sonra,711 yılında Kuzey Afrika, Mağrip Müslüman orduları tarafından işgal edilmiş ta ki 1248 yılında Kastilya ve Leon Kralı 3. Ferdinand tarafından ele geçirilene kadar, Müslüman yönetiminde kalmış.  Bu süre zarfında Abbasi hanedanı ve onu izleyen yönetimler tarafından büyük bir gelişme gösterip önemli bir kültür ve ticaret merkezi haline gelmiş.. 
Magribi döneminde inşa edilen önemli yapılar Alcazar Sarayı, Kent surları ve aslında minare olarak inşa edilen Santa Maria Katedrali'nin çan kulesi olan Giralda kulesi, Magribi kültürünün şehirdeki önemli izlerini yansıtıyor. Katedral ve Alkazar sarayı yan yana ve onların hemen yakınından başlayan ara sokaklar sizi bir Yahudi semti olan Santa Cruz bölgesine götürüyor.

Sevilla 1649 yılında büyük bir veba salgını geçirmiş ve o salgın  şehirde yaşayan 50 bin kişinin hayatını kaybetmesine neden olmuş.
Bu salgın olayından sonra başlayan gerileme 18. yy. kadar sürmüş. Şehir daha sonra yeniden kendine gelip önem kazanmaya başlamış.

Yukarda sözünü ettiğim önemli tarihi yapılar hakkında biraz daha açıklayıcı bilgi vermem gerekirse, beni büyüleyen yapılardan ilki olan Sevilla Ketedrali, Dünyanın en büyük Katedrali ve Dünyanın en büyük Gotik kilisesi imiş. 
Bulunduğu yerde ilk olarak, Müslüman yönetimi sırasında  yapılan Almohad cami varmış, ancak 1248 yılı sonrasında buradaki yapı, Katedrale dönüştürülmüş. 1400. yılında ise caminin minaresi dışındaki diğer yerler tamamen yıkılarak yerine katedral inşa edilmiş. Giralda olarak adlandırılan cami minaresi ise yıkılmayıp bir çan kulesine dönüştürülmüş. Önemli bir bilgi daha vereyim, kilisenin içini gezmedim ama Kiristof Kolmb'un mezarı da bu kilise içinde yer alıyor bu önemli notu da buraya ekleyelim.

SEVİLLA KATEDRALİ

SEVİLLA KATEDRALİ


SEVİLLA KATEDRALİ
GİRALDA ÇAN KULESİ
                                       





Katedralin hemen yanıbaşında yer alan Alcazar Sarayı'nın yapımına 1181 yılında Müvahidler döneminde başlanmış ancak sarayın tamamlanması Sevilla'nın hiristiyan dönemine denk geldiği için  hem mağribi hem de gotik bir üslubun özelliklerine sahip bir yapı ortaya çıkmış. Önünde çok fazla kuyruk olduğu için içeri girmek için hiç hevesli olmadım... hem farkındaysanız koronadan söz etmiyorum çünkü korona kimsenin umurunda değil ama su uyur düşman uyumaz :) ben yinede kalabalık gurupların arasından kaçmaya devam edeyim...



 Artık akşam olmak üzere çok yorgun ve açım, en önemli alışveriş kalemlerinden su, muz, kaşar peyniri ve pastırma almak için markete uğruyorum bana pastırmanın içeriğini sormayın ben de sormadım, aldım ve yedim sadece çok lezzetliydi onu söyleyebilirim.:)
Hiç bir şehrin gece yaşamı hakkında bir bilgiye sahip değilim çünkü ben sabahı sevenlerdenim, Güne güneşle başlarım ve gün batarken de enerjim sonlanır. Tek eğlence anlayışım gezdiğim günler boyunca yorgunluk sonrası, insanları seyredebileceğim bir kafe'de oturup, soğuk buz gibi bir bira eşliğinde şehrin atmosferini seyretmektir, bu da beni sonsuz mutlu eder, bu gezide bir tek Malaga'da gece dışardaydım o da gündüz otobüs yolculuğu sırasında çok dinlenmiş olduğum içindi, neyse Malaga macerası yarın akşam başlıyor şimdi hostele dönme zamanı...

7 MART
Kimseyi uyandırmamaya çalışarak kalkıp hazırlanıyorum tek gecelik bir konaklama burası ama hostel'den hiç memnun kalmadım yer  olarak muhteşem hiç sözüm yok bina olarak ta güzel ama işletmeciler kötü ve temizlik iyi değil isterseniz adını vereyim gitmek gitmek isterseniz gidin siz bilirsiniz.
Sevilla Kitch Hostel Art, gecelik 130.00 tl booking'ten bulabilirsiniz.

Bu sabah ilk gitmek istediğim yer İspanya Meydanı, Plaça d' Espana 1929 yılında Mimar Anibal Gonzalales tarafından inşa edilmiş. Son derece etkileyici bir yapı burayı görmeden Sevilla'yı gördüm demeyin.

Kaldığım yerin çok merkezi olduğunu daha önce söylemiştim solumda İspanya meydanı sağımda Santa Cruz bölgesi, (Sağımı solumu bilgiç bir şekilde söylediğime bakmayın tam tersi de olabilir ) Bu güne ancak bu iki yeri sığdırıp öğleden sonra saat 3'te başka bir şehre Malaga'ya doğru yola çıkıcam.




İşte karşınızada Plaza de Espana! gururla takdimimdir :) Geldim, gördüm ve buradayım. Sevilla'da bir çok tarihi binanın yanı sıra bu muazzam alan ve çevresindeki yapının, her göreni etkisi altına alacağından hiç kuşkum yok. O anda tüm sevdiğim insanlar geliyor aklıma ahh! görselerdi keşke diyorum. Ama itiraf etmeliyim ki yalnız yolculuk eşsiz bir deneyim, özgürce dolaşmak dünyanın en güzel şeyi, bir de yapım gereği gezdirdiğim insanların mutluluğundan da sorumluymuşum gibi hissetmişimdir hep! o da ayrı bir dert...
Meydana giriş ücretsiz istediğiniz gibi gezebilirsiniz erken saatlerde geldiğim için henüz kalabalık yok o yüzden keyfini çıkararak gezdim, sokak dansçılarından Flamenko dansı izledim. Hepsi muhteşemdi. Siz siz olun onca para verip başka yerlerde Flamenko dansı izlemeyi boş verin, sokak dansçıları bi harika!
Vaktim kısıtlı olduğu için istemeyerek de olsa artık ayrılmak zorundayım çünkü daha sırada Santa Cruz Bölgesi var.






Santa Cruz bölgesi Ortaçağ'da Yahudi azınlığın yaşadığı bölgeymiş III. Ferdinand, bölgenin idaresini Müslümanların elinden alınca, 1492 yılında ilan edilen Elhamra kararnamesinden sonra Yahudiler İspanyadan sürülmüş, ondan sonra bu bölgenin durumu da kötüleşmiş. Ancak şu an Santa Cruz, Sevilla'nın en çok turist çeken en önemli yerlerinden.

Bazı sokaklarda iki kişinini yan yana geçmesi oldukça zor, o sokaklardan birinin adı öpücük sokağı imiş,
Bir sokak başka sokaklara açılıyor ve gittikçe derinlere dalıyorum çok ustaca tasarlanmış bir labirent gibi, sessiz temiz, dar sokaklarda kayboluyorum, Farkında olmadan dilime dolanan Anadolu türküleri  mırıldanıyorum karşıdan gelen insanlara aldırmadan. Memleketi özledim mi ne?

Ben gerçekten şanslı biriyim, orta sınıf bir aileden gelen,  üniversiteye gitme hayalini ancak 61 yaşında gerçekleştirebilen, emeğe, çalışmaya, okumaya, özgürlüğe ve hayatın eğlenceli yanına inan biriyim. Bu karışım sanırım yaşımın ilerlemiş olmasına rağmen bana ayrıcalıklar sağladı. Her şey için hayata teşekkür ediyorum, amin 😊

Ee! artık yola çıkma vakti geldi çattı, şimdi istikamet Malaga, bu şehrin benim için önemini henüz bilmiyorum macera da bu zaten. Saat 3'te  otobüsüm kalkıyor, biletim hazır en önde yerim ayrılmış hiç telaşsız düşüyorum yola, terminal yürüyerek 20 dakika, 1.6 km. Zaten sırt çantam çok hafif yanıma bir kadın olarak aldığım eşyaları görseniz şaşarsınız sadece iki kat giysi hepsi bu.
             


Terminale giderken, şehri ikiye bölen Guadalquivir nehri boyunca yürüyorum, insanın içine ferahlık veren bir şehir burası. Daha görmediğim bir çok yer var, bu sayılmaz  şansım varsa yine gelirim amin...

Otobüs tam saatinde kalkıyor. Aylar öncesinden planladığım yolculuk programı tıkır tıkır işliyor... Ben bu dünyaya gezmek için gelmişim... biliyorum bu işi :) en ön sıradaki yerime hiç telaşsız yerleşip arkama yaslanarak oturuyorum. Malaga yolculuğu başlıyor...

                                                              MALAGA
Yaklaşık 3 saat sonra Malaga'da yolculuk bitiyor. Bindiğim toplu taşıma aracı ile  4 durak sonra del PerquvePaso   durağındayım. Kalacağım The Urban Jungle Hostel'i bulmak hiç de zor olmuyor. Zaten son derece merkezi bir yerde, tavsiye ederim eğer bu yazıyı okuyorsanız başka bir yer arayışına girmeyin. Booking'ten seçtiğim  Hostel çok, çok iyi ve merkezin tam göbeğinde.
Çantamı bırakıp çıkıyorum saat yediye geliyor Malaga'da kalma sürem çok az yarın öğleden sonra yine yolcuk var, o yüzden bu geceyi iyi değerlendirmeliyim erkenden uyumak yok.








 Hatırladığım en güzel anlardan biri, yiyecek bir şeyler ve bira alıp, Alcazaba Kalesi'nin eteğinde yer alan, Teatro Romano'yu ay ışığında bir bankta oturup izlemek oldu. Her yer eğlenen insanlarla dolu, rahat ve mutlu insanlar. Alkazaba Kalesinin hemen eteğinde yer alan Roma tiyatrosu milattan önce 1. yüzyılda inşa edilmiş. Sonraki yıllarda tiyatronun taşları kalenin yapımında kullanılmış, aslında bu iki ayrı medeniyete ait yapı taşları aynı kaynağa dayanıyor. Bulunduğumuz meydanın altı ise tiyatronun devamı olan kalıntılarla dolu, Meydan bir asma kat gibi o kalıntıların üzerine kondurulmuş. Cam bir fanus'tan alt bölümü görebiliyorsunuz. O gece muhteşemdi. Benim tarihe olan aşkım anlaşılan hiç sönmeyecek. Zaman ve mekan olgusu dağılıyor, bütün dünya medeniyetleri iç içe geçiyor... her şey için minnettarım... İşte tam burada bir şey ilave etmem gerek. eğer yanımda bir arkadaşım olsaydı muhtemelen ben o anda lagaluga yapıyor olup bu derin hülyalara dalamazdım. o yüzden yalnız yolculuk gibisi yok...






8 MART 
Sabahın köründe kendimi dışarı atıyorum, Malaga'da vaktim çok az, dün gece gezdiğim yerleri bu kez gündüz gözüyle geziyorum. Sabah saatleri olduğu için sokaklar bomboş. Bu tür gezilerde sabah erken kalkıp gezmek, insanı turist kalabalığında koruyor, böylece şehri daha iyi hissedebiliyorsunuz.

Malaga Katedrali 1528'de tamamlanmış oldukça etkileyici bir yapı. İçeriye giriyorum sabah ayinine gelmiş bir kaç kişinin dışında oldukça sessiz.

MALAGA KATEDRALİ





Malaga Katedrali


PİCASSO MÜZESİ

 Picasso'nun doğduğu yıl olan 1881 yılından 1891 yılına kadar yaşadığı Malaga'da onun adına müzeye çevrilen yapının önündeyim. Dışarıdan görünüşü son derece mütevazi bir yapı olan Buenovista Sarayı, 1516 yılında Malaga'nın fethine katılan Diego de Cazalla adına yaptırılmış. İspanyol mimarisi ve Arap mimarisini yansıtan bu yapı, aynı zamanda bir Nasrid sarayının  üzerine inşa edilmiş.
Müze'ye çevrilmek için yapılan restorasyon çalışmaları sırasında zeminde yapılan kazılarda bir çok tarihi kalıntı bulunmuş. Fenike, Roma, Arap ve Rönesans dönemlerine ait bulgular ortaya çıkarılmış. İki yıldan fazla süren restorasyon çalışması 2003 yılında tamamlandıktan sonra müze ziyarete açılmış.
İçinde Picasso'ya ait 204 parçalık bir koleksiyon sergilenmekteymiş.
Müze geç bir vakitte açıldığı için ziyaret etmem olanaksız, zaten sanatla'da pek haşir neşir olduğum söylenemez. Hatta resim yapmaya meraklı bir arkadaşım bana, ''sen resimden ne anlarsın'' demişti, o gün bu gündür anlamadığımı düşündüğüm için resimden de soğumuş olduğum doğrudur.




Picasso'nun eserlerini göremedim ama şuraya bir duvar resmi koyayım.










Vakit öğleye yaklaşıyor, Sabah ve öğle yemeğini birleştirip bir sandöviç alıp karnımı doyuruyorum. Artık Granada'ya doğru yola çıkma vakti. Elveda Malaga umarım bir gün yeniden kavuşuruz! bunu yürekten diliyorum.

                                                          GRANADA

Bu gün çok yoğun bir gün. Program şöyle;  saat 13'15'te otobüs kalkıyor. 1 saat 45 dakika süren yolculuk sonrası, saat 3'te  Granada'da olmalıyım, saat 5'te' de El Hamra sarayı gezilecek ve gece yarısı saat 3.30'da  Barselona'ya hareket edilecek... Ama anlıyorum ki saat 17.00, için aldığım bilet müzeyi gezmek için yeterli zaman tanımıyor, Sarayı tam anlamıyla gezmek isterseniz en az yarım gün ayırmalısınız.
Bu duruma çokta üzüldüğüm söylenemez hatta diyebilirim ki El Hamra sarayı görülmese de olurmuş, ve hatta Granada'ya hiç gelinmese daha iyi olurmuş, tabi bu benim düşüncem. Zaten ben gittiğim yerlerde artık saray tarzı yerleri gezmeme kararı aldım.  Çünkü yaşanan şatafatı görünce o sarayı çevreleyen surların arkasındaki yoksul hayat gözümün önüne geliyor. Günümüzde de saray meraklıları çok, ama ben sarayları da içinde yaşayanları da sevmem. Sarayın neredeyse 50 cm'i bulan kalın pencere duvarları güç ve zenginliği korumanın da aslında ne kadar yüksek bir bedeli olduğunu ortaya koyuyor. Bu benim gezdiğim son saray son olsun...







EL HAMRA NASRİD SARAYLARI







EL HAMRA NASRİD SARAYLARI




EL Hamra Sarayı İçinde En zegin olan kısım Nasrid Sarayları.










Duvarlar bolu boyunca Arapça yazılarla donatılmış. Nasrid Sarayları



O kadar yorgunum ki günün sonunda kameraya zoraki gülümsüyorum bir gözüm kapanmak üzere ve göz kenarlarımdaki kırışıklar kabul etmesem de yaşımı ele veriyor :)


Birilerinden rica ederek kamerayı veriyorum ve  fotoğrafa gülümsüyorum

Artık gün bitmek üzere saraydan dönüş vakti ama önce şu tarihi çeşme başında dinlenmeden olmaz.

Kalenin surlarından şehrin görünümü

İlk olarak  M.S. 889'da Roma döneminden kalan surların üzerine küçük bir kale olarak inşa edilmiş. 13. yüzyılın ortalarına kadar bir onarım görmeyen kale Gırnata Emiri Muhammed Nasır döneminde Saray olarak bugünkü özgün yapısına kavuşturulmuş. 1001 gece masallarındaki rüya saraylar olarak tasvir edilen ve bir çok farklı kompleksten oluşan El Hamra Sarayı,  Arap mimarisinin en önemli başyapıtı olarak kabul edilmektedir. 1492'den sonraki dönemde bölgedeki Hristiyan hakimiyeti, sarayın yapımına Rönesans mimarisini katmış.
İçinde bulunan yapılardan ön önemlisi Nasrid Sarayı, orası için ayrı bir giriş biletiniz olmalı. Saray için kapıda bilet almak çok zor o yüzden en az bir ay öncesi biletinizi internetten, Sarayın kendi bilet satış sitesi olan Alhmbra General üzerinden alın derim. Nasrid saraylarını da içine alan biletin ücreti, 14.85 euro.  Bazı özel tur firmaları da bilet satışı yapıyor. Onlar tabi ki pahalı.

İlk başta ''aman canım şu tepenin üstü yürüyerek çıkıveririm'' demiştim ama, Sarayın giriş kapısını da bulamayışım yüzünden tam bir kabusa dönüştü, çünkü saraya çıkan ana yol, sonrasında bir çok yola bölünüyor. Siz siz olun en azından giriş kapısını rahat bulmak için bir araca binin.
Yürümek inerken güzel, yokuş aşağı sokak aralarına gire çıka indim. İndiğim meydan oldukça kalabalık ve merkezi bir yer, kafe ve restoranları görünce sabahtan beri hiç bir şey yemediğimi hatırladım ucuza bir yer bakınırken bir anda, Nemrut Döner Kebap yazısıyla karşılaştım... neee! Nemrut dönermi? burada mı? valla gerçek :)  Dışarıdaki mönüye bakıyorum fiyatlar iyi gözüküyor ama dış mekandaki masalar oldukça salaş, yiyen gitmiş, masalarda bırakılan kağıt mendil ve tabaklar yerlerde sürükleniyor... ama ben günlerdir sıcak bir şeylere hasretim üstelik fiyat ta fena değil, masalardan birini seçip Hintli garsona siparişimi veriyorum. Sırf gelip geçen insanları seyretmek için biraz da uzun oturuyorum otobüsüm gece yarısı hatta sabaha karşı kalkacak, o yüzden oldukça zamanım var ama bu çer çöp arasında olmaktan mutsuzum.  Hava da serinlemeye başladı, İnternette yok abimle konuşmam lazım... kalkıyorum.

Yürümeye başlayınca sokak aralarında çok güzel kafelerin olduğunu keşfettim... zamanım çok ve ben çok üşüyorum, internete ihtiyacım var ve çok kalabalık olmayan bir yeri gözüme kestiriyorum,
Taberna Salinas, yemek yemem gerekmiyor bir bira söyler otururum diye düşünüp giriyorum içeri.
Henüz kimsecikler yok güler yüzlü genç bir adam akşam hazırlığı yapıyor. Tek kişilik bir masa seçip oturuyorum içerisi sıcak ve internet bağlantısı da var, ayaklarımı çaktırmadan masanın altından diğer sandalyeye uzatıyorum ohhh dünya varmış. 😊 Biraz sonra ısmarladığım bira sıcak patates kavurması eşliğinde geliyor, bizdeki kuruyemiş gibi bir şey, siz söylemesiniz de kendiliğinde getiriyorlar.


İki Abim ile internetten  bağlantı kurup çene çalıyorum, büyük olan abim, benim gibi dalgacı, küçük abim ise endişenin dibine vurmuş, salgın haline gelen  koronadan bahsederken panik içinde...  haa sahi ya korona vardı! ya valla unuttum ben onu!... küçük abimle bu sıkıcı konuşmaları kısa kesip büyük abimle dalganın dibine vuruyoruz  ikinci birayı da söylüyorum tabi yine  yanında sıcak patates kavurması eşliğinde geliyor.


(Şuraya iki abimin de önceden çekilmiş bir fotoğrafını koyayım, ciddi olan kendini belli ediyor :) )

Bu arada restoran oldukça kalabalıklaştı.  Yorgunluğun, biranın, sıcak ve güzel bir mekanın verdiği hoşluk ile, İspanya gezisinin, en azından buraya kadar olan bölümünü sorunsuz tamamlamanın mutluluğunu yaşıyorum. Gezi bitti sayılır, bir tek yarın var, sonrasında adios querida Espana!  Çalan müziğe masanın altından uzattığım ayağımla hafiften tempo tutarak eşlik ediyorum. Karşımda oturan yaşlı adam saatlerdir yemek yemeye devam ediyor tabakların biri gidip bir geliyor. Ehh ye bakalım,  ben senin yediğin o paralarla dünyayı geziyorum açım ama mutluyum :)

O gece orada gezinin tüm ayrıntıları gözümün önünden geçti,  endişelerim, mutluluklarım, yetişme telaşlarım, derdimi az buçuk bir İngilizce ile anlatabilme çabalarım, Dünyayı bir tek ben keşfediyorum edası ile dolaşmalarım, karşılaştığım yerleri nefesim kesilerek izlemelerim... hepsi bir film sahnesi gibi gözümün önünden geçiyor ve ben bütün hallerimi seviyorum, içine düştüğüm salakça durumları, en şapşal anları dahi seviyorum. Amaa!... Asiye hanım! maceranın dibi daha yeni başlıyor. Bu gece biraz rahatla bakalım!!

Barselona Otobüsü sabaha karşı 3.30 kalkacak olmasına rağmen ve hatta terminalin 8 durak ötesinde olmama rağmen gece dışarıda olma korkum yüzünden o güzel ortamdan kalkıp terminalin yolunu tutuyorum.
Geoogle sayesinde kaç numaralı belediye otobüsünün hangi duraktan saat kaçta kalktığını biliyorum. Sanki Mecidiyeköy'den Taksime gider gibi rahatım. Tam saatinde gelen belediye otobüsüne binerek terminale gidiyorum. Terminalde çok az insan var. saat henüz saat 10.30 ve ben 5 saat burada zaman geçiricem...
Terminal oldukça soğuk, sırt çantamı emanet dolabından alıp, ne kadar kalın giysi varsa çıkarıp, üst üste giyiyorum ama hala üşüyorum, hafiften bir öksürük başlayınca yeniden korona aklıma geliyor.
Türkiye'den beri yanımda taşıdığım ada çayı ve limonu alıp, oradaki ayak üstü restoranın garsonundan sıcak su rica ediyorum, garson ve barın karşısında oturup birasını yudumlayan müşteri bana anlamsız bir şekilde bakıyorlar, çünkü yüzüm gözüm peçe gibi eşarpla kapalı ama kıçımda tayt pantalon var,
olabilir... biz Anadolu kadını böyleyizdir, her yola geliriz. 

Bir müddet sonra Terminalin bankları evsizlerle doluyor, onlar yakınıma geldikçe ben kaçıyorum, düşünün! 5 saat uyanık, üşüyerek ve yanına oturan insanlardan kaçarak ve artık küçük abimin aşıladığı  korona endişesiyle baş etmeye çalışarak zaman geçirmeye çalışıyorum  o arada evsizler yattıkları yerden sürekli öksürüyorlar...tam bir kabus...
Sonunda o mutlu an gelip çatıyor. Barselona otobüsü bir kurtarıcı, veya hızır gibi terminale giriyor.
Sırt çantamı bağaja atar atmaz en ön koltuktaki yerime yerleşiyorum... Önümde bütün bir gün sürecek bir yolculuk var sıcak, güvenli ve rahat.

9 MART 

Daha önce gece olmasına rağmen uyanık alarak geçtiğim yolları bu kez uyuyarak gündüz geçiyorum. 
O kadar yorgunum ki arada bir nerede olduğumu anlamak için gözümü açmaya çalışsam da hemen sonra yeniden uykuya yenik düşüyorum.
Akşam üstü Saat 6'da Barselona terminalinde yolculuk son buluyor. Artık geri dönüş çok kolay Hostele 2-3 km'lik yolu yürüyerek dönüyorum. Ama önce akşam yemeğim için markete uğrayıp değişmez alışverişimi yapıyorum, Su, Muz, Kaşar peyniri, pastırma ve baton ekmek. hepsi bu!.

10 MART
Bu gün Barselona'da son günüm o yüzden bütün günü iyi değerlendirmeliyim. İlk iş Mimar Gaudi'nin bu şehirde yarattığı eserleri görmek olacak.
Hazırlanıp çıkıyorum, dışarıda soğuk ama güneşli bir gün var. Alıştım artık bir şalla yüzümü gözümü sarıp dolaşmaya tuhaf bakışlara aldırmadan.

İlk önce sırada Sagrada Familia var. Antoni Gaudi'nin bu eser gerçekten görülmeye değer, denildiği gibi inşaatı ilk yapım yılından beri bitmek bilmiyormuş bazı bölümleri şantiyeyi andırıyor.


La Sagrada Familia (Kutsal Aile) , Antoni Gaudi'nin 1882 yılında başladığı ve 1926 yılında bir tramvayın altında kalması sonucu ölmesi ile birlikte yarım kalan son derece görkemli, mimari bir baş yapıt.

Gaudi'nin kaza öyküsünü bir yerlerde şöyle okumuştum. İnşaatta işçilerle birlikte çalışan Gaudi, geçirdiği tramvay kazası sonrasında onu görenler üzerindeki eski püskü kıyafetleri yüzünden  sıradan bir işçi sanıp şehir hastahanesine götürürler. Şartların olanaksız olduğu hastanede Gaudi'nin durumu ağırlaşır. Gerçek ortaya çıktığında, ileri gelen kişiler onu paralı bir hastaneye taşımak ister ama Gaudi bunu kabul etmez, o koşullar altında yeterli bakım göremediği için hayatını kaybeder.



İkinci olarak gördüğüm bina Casa Batllo, 1906 yılında tamamlanan bina, sanayici Josep Batllo tarafından Gaudi'ye yaptırılmış. Salvador Dali, binanın duvarlarını ve pencerelerini ''Gölün sakin suyuna'' benzetir. Yapının ilk katında yer alan balkonlardaki ince sütunlar nedeniyle de Casa Batllo'ya ''kemikler evi'' de denilmektedir. diğer binalarda olduğu gibi buraya da giriş ücretli.




Gelelim üçünçü binaya, Eixample semtinde Passeigde Gracia Caddesinde bulunana Casa MilaAntoni Gaudi'nin sanatsal fantazilerinin doruk noktası imiş. İnşatı 1906 yılında bitmiş.
Dul ve çok zengin bir kadın olan Roser Segimoni Artells ile evlenen, Pere Mila para hırsıyla dolu bir adammış, karısının zenginliğinden yararlanıp zamanının ünlü mimarı Gaudi'ye bu binayı yaptırmış. Binanın yapısını eleştiren bazı kişiler binaya La Pedrera ( taş ocağı) lakabını takmış.
İlk kez apartman formunda tasarlanan bu bina daire daire satılmak üzere planlanmış.




Gaudi'nin Bu üç eserini de gördükten sonra Barselona katedrali'nin olduğu semtte geri dönüyorum çünkü amacım,  daha önce alış veriş yaparak kazıkladığım bir sokak satıcısından yine alış veriş yapmak. Bir iki magnet alıp bir de varsa bir bilezik daha almak istiyorum ama magnet dışında bir şey yok. Şehri ve sokakları artık tanımaya başladığım için her yere rahatlıkla girip çıkıyorum, ama artık akşam olmak üzere yarın sabah yolculuk var üstelik İstanbul'a kadar da değil oradan da Kastamonu'ya devam edecek 24 satlik bir yol. O yüzden biraz yolluk hazırlamam lazım. Market alışverişi beni bekliyor.
Bu sefer klasik şeylerin dışına çıkıp eşe dosta vermek için çukulata'da alıyorum, Çukulataların akıbetini sormayın sonraki karantina günlerinde çok iyi geldi iyi ki o gün almışım. Buradan o eşe dostta selam ederim 😋
Artık hostele dönüp dinlenme vakti bu umutla dönüyorum. Bir şeyler atıştırdıktan sonra bizimkileri arıyorum ama hepsi panik içinde, dönmem için saat sayıyorlar yahu bu kadar endişe edecek ne var? Abim'le konuşurken Yeğenim arka plandan ''Hala, İspanya çok kötü durumda'' diyor, abim onu susturuyor... ''Yahu ne var!? burada hayat gayet normal'' desem de  kimse inanmıyor, herkes hop oturup hop kalkıyor. 

11 MART
Sabah erkenden kalkıp hazırlanıyorum çok gerginim, tıpkı buraya gelirken olduğu gibi bir savaşın içine giriyormuş gibi hissediyorum. Abimin bana taktığı isim ''aykırı gezen karınca''  o sabahta endişelerini bu örnekle dile getiriyor 😃



 Hostelin arka sokağından, havaalanına giden toplu taşıma araçları geçiyor, biniyorum ve adios Barselona, şimdilik hoşçakal.
Havalimanları sanırım salgın durumlarında en ürkütücü ve korunmasız yerler benim gergin halim sanırım bu yüzden ve bir de şimdiye kadar laylaylom gezip anca işin ciddiyetine varmış olmamdan da kaynaklanabilir. Tüm işlemlerden geçip bekleme salonuna geldiğimde kimsenin olmadığı bir yer seçip oturuyorum, sonra yanı başıma biri geliyor,  hımmm! çok yakın,  hadi başka bir yer, derken bütün salonu otura kalka geziyorum. Son olarak  karşıma ben yaşlarda düzgün bir adam gelip  oturuyor
 ( ve yakışıklı ) yinemi kalkıp gitsem acaba diye düşünürken adamın telefonu çalıyor adam telefonunu açıp konuşmaya başlıyor, aaa Türkçe konuşuyor!  yaşasıın!! memleketlimi buldum. Ben laf atıyorum, tanışıyoruz ve  aramızda koyu bir sohbet başlıyor. Yaklaşık 7 yıldır eşi ile birlikte İspanya'da yaşıyorlarmış, şimdi Türkiye'ye yakınlarını ziyarete gidiyormuş. Onunla olan sohbetimiz uçakta'da devam ediyor çünkü büyük bir tesadüf koltuklarımız da yan yana imiş. Şu an adını hatırlamadığım yolculuk arkadaşıma minnettarım onun sayesinde mutlu, rahat bir yolculuk yaptım, onu hiç unutmayacağım. Bir hafta sonra İspanyaya geri dönmeyi planlıyordu ama sanırım  Türkiye'de sınırların kapanmış olması nedeniyle uzun bir süre kalmış olmalı, ona ulaşmasa bile ben yine de bir selam göndereyim.

O akşamüstü bir anda İstanbul keşmekeşinin ortasına düşüyorum. Yeğenim arıyor, ona gelmeee diye cevap yetiştirirken bir yandan Dudullu'ya giden otobüs arıyorum.  Kamil Koç'un otobüs terminaline  yakın olduğu söylenen bir belediye otobüsüne binip, in dedikleri yerde iniyorum. Bir otoban kenarı! Gece karanlığında, neredeyse kaybolmuşken, otoparktan çıkan bir arabaya durup yol veriyorum araba tam önümden geçecekken şoföre Dudullu tesislerini soruyorum. Adamcağız tarif etmek yerine gelin ben sizi götüreyim diyor, sırt çantamı arka koltuğa atmaya yeltendiğimde oradaki bir çocuk koltuğu yüzünden vazgeçip çantamı kucağıma alarak ön koltuğa oturuyorum ve o genç adam beni Dudullu tesislerinde bırakıyor. Teşekkür edip inerken tüm minnettarlığımı dile getiriyorum, ama bu olayın üzerinden 14 gün geçene kadar siz gelin çektiğim endişeleri ve üzüntüleri bana sorun ya ben korona olmuşsam ve o genç adama bulaştırmışsam...  allahım öleyim daha iyi...

12 MART 
Kastamonu'da sabah oluyor, memleketime, kasabama dönüyorum. Eve kendimi attığımda rahat bir soluk alıyorum artık tüm tehlikeler geride kaldı... mı acaba?  Kendi insiyatifimle girdiğim karantina günlerini başlatıyorum...  ama ne yazık ki ''hastalanmadan döndüm''  düşüncesi, mutluluğu kısa sürüyor, TV. deki haberler  hastalığın 5-6 gün sonra ortaya çıktığını söylüyor... 

16 MART
İlk beş gün hayat güzel geçiyor, arkadaşım, Yasemin benim için tüm alışverişleri yapıp kapıma bırakıyor. Derken gezi fotoğraflarını yayınlamak için bilgisayarın karşısına geçiyorum.
 ''Çok Gezenti'' Programının Sunucusu Burak Akkul'le havaalanında karşılaşmamı yayınlayarak başlıyorum... hemen arkasında art arta gelen telefonlardan şaşkına dönüyorum, meğer aynı gün Burak Akkul sosyal medyada ağır korana hastası olduğunu yayınlamış.

O anda durumun gerçekten ciddi olduğunu idrak ediyorum...Abana Kaymakamlığını arayıp,  yolculuğumu Kaymakama en başından itibaren olduğu gibi anlatıyorum, bir tek Malaga antik tiyatrosunun karşısında oturup tarihin derinliklerine yaptığım yolculuğu anlatmadığım kalıyor.   
Ertesi sabah Abana Hastanesi Müdürü Uğur bey, yanında Aslı hemşire, astronot kıyafetleri ile çıkageldiler. Onlar da paniklemişti çünkü Abana'daki ilk korona vakkası şüphelisi idim.😩 ve koronadan yatan Burak Akkul ile samimi pozum beni bir anda meşhur etmişti.
Baştan gönüllü olarak başladığım karantina günleri son dokuz gün hastahanesinin  gözetiminde geçti, her gün gelip ateşimi ölçtüler. Abana hastahanesinin bu özenli tutumu gerçekten takdire değerdi.

Gösterilen o ihtimama karşılık?  yine de dokuz gün boyunca dipsiz kuyulara indim çıktım... sanal boğaz ağrılarımı desem, süper taşıyıcı olup masum insanları ölüme sürüklediğim sahneler mi desem... ya istanbul'da o gece beni arabasına alan, arka koltuğunda masum yavrusunun minik koltuğunu taşıyan adam... ya ona bir şey olduysa... bırakın dostlar! ben yanayım bu vicdan ateşinde...
Ve derken günler geçti karantina günleri bitti artık özgürüm!... ne kendime ne de kimseye zarar vermeden bu işten kurtuldum... her şey için binlerce şükür!.

18 Mayıs
İlk başlarda bu gezi yazısını yazmak için bir çok kez bilgisayarın başına geçtim.  Dışarıdan ciddi bir kişilik izlenimi versem de iç dünyam oldukça dalgacıdır. Bir çok olaya mizahi yönden bakmasını severim, ve bu da genellikle yazılarıma yansır ama bu sefer, ta ki bu güne kadar bunu beceremediğim için yazamadım. Ancak bu günlerde hem vaka sayısında hem de ölüm oranında oldukça düşme  olduğu için belki biraz da bu karanlık günlerin geçeceğine dair umut taşımaya başladığım için yazmaya başladım.
Buraya olayın ne kadar ciddi olduğunu belirtmek için tarihsel bir not düşeyim.17 Mayıs;  hastalığa yakalanan kişi sayısı 1.368. ölüm sayısı 44. salgının Türkiye'de yarattığı etkinin bir günlük sayısı bu.

Umut her zaman vardır. Ekmek su kadar gereklidir. Gelecek güzel günlere inancımı asla kaybetmiyorum. Başka ülkelere kuş olup uçasım var. Bazen yatağa girip gözlerimi kapadığımda kendimi dünyanın en uzak şehirlerinin üzerinde uçuyorken hayal ediyorum. Farklı kültürlerdeki yaşamlar yıldırım hızıyla iç içe geçiyor, işte o zaman her şeyin birbirine karıştığı anda uykunun derinliklerine dalmış oluyorum. Umarım uyandığımda her şey bir kabusmuş deyip yeniden yollara düşebilirim.

20 Mayıs 2020 / Abana