28 Haziran 2013 Cuma

İRAN, YAZD (3)

Sabah yola çıkmak  için 8.30 da hazırız. Otele gelen taksiciye Jey otobüs terminaline gitmek için kaç para istediğini soruyorum ''8 bin tümen'' diyor ama cevabımızı beklemeden çantalar bagaja giriyor bile. 
Yola çıkıyoruz ama bizim şöför yolu bilmiyor :) her iki adımda bir camı açıp dışarıda  sesini duyurabildiği en yakın kişiye jey terminalini soruyor her sorduğunda, yanlış istikamete gittiğimizden endişelenip, aldığı her cevaptan sonra artık yolu anladığını düşünerek rahat bir nefes alıp arkamıza yaslanıyoruz. Onbeş kez tekrarlanıyor bu böyle ve işin komiği her seferinde ücreti yükseltiyor, sonunda  terminale bizi bırakırken dolmuş ücretini 15 bin tümene bağlıyor!  ben adamın  '' razı değilem'' demesine aldırmadan, arada bir yerlerde istediği rakamı esas alarak 12 bin tümeni daha fazla hır çıkmasın diye ön koltuğa atarken ''bende razı değilem'' diyorum ve iniyoruz.

Yazd'e gitmek için bu sefer perdeleri sıkı sıkı kapatılmış  orta halli bir otobüse biniyoruz. Bilet kişi başı 8 bin tümen.  Otobüs 5 saat süren yolculuktan sonra bizi terminal'e bırakıyor. Yalnız nedenini öğrenemediğimiz bize tuhaf  gelen otobüsün örtülü perdeleri...Bizim yolculuğun başında açtığımız perdeler, otobüs terminale girmeden önce muavin zoruyla  yeniden kapanıyor, hadi sıkı sıkı uydukları otobüs içinde kemer takma gerekliliğini anlıyorum ama bu perde kapatma işi niye? hala çözebilmiş  değilim.

                                                                    Terminal jey

                                               Otobüste dağıtılan kutu içindeki ikramlar

                                                                  Kohan Keshane Otel

Kohan Keshane otel, Yazd'in labirent benzeri dar sokaklarının arasından geçilerek ulaşılabilen bir yerde bulunuyor. Taksi şoförü daha fazla yol katetmesine rağmen sabahki uyanık yol bilmez şoförden daha az para istiyor, 6 bin tümen ödüyoruz ve anlıyoruz nerede hata yaptığımızı, siz siz olun herkesin taksicilik yapabildiği bu ülkede sarı taksilerden başkalarına  binmeyin hem yolu bilmiyorlar hemde ticari taksi olmadıkları için cezai bir durumları yok o yüzden rahatça kazık atabiliyorlar.

Kohan otelin dışarı ile irtibatı olmayan ağaçlıklı, oldukça geniş bir avlusu var. Otel bu sözünü ettiğim avlu olmasa oldukça vasat bir yer. Odalardan söz etmem gerekirse yataklar çok sert ve kötü sanırım müşteri istemeden çarşaf değiştirme adetleri yok :) neyse talebimiz üzerine değiştirmiş olmaları bile sevindirici. 




Avluda iki Farsi kadınla tanışıp sohbet ediyoruz. Tahran'dan buraya tatile gelmişler. Tanıştığınız kişiler belli bir yaşın üzerindeyse eğer bir de biraz okumuş yazmışsa konu her zamanki gibi dönüp dolaşıp şeriat kurallarına geliyor. Ülkemiz hakkında sorular soruyorlar. Kadınlardan biri kısa kollu bir elbise giymiş ve kayan şalı yüzünden tek kolu gözüküyor. Benan kolunu işaret ederek soruyor '' korkmuyormusunuz?'' kadın istemsiz bir şekilde arkasına bakıp yanıtlıyor ''şu an avluda kimse yok'' ama yinede düşen şalını toparlayıp örtünüyor. Türkiye hakkında endişelerini dile getiriyorlar  ''her şey yavaş yavaş gelişti anlayamadık Anayasada ki haklarınızı kaybedince geri dönüş olmuyor aman dikkatli olun'' diyorlar.

Otelden çıkıp toprak ve saman karışımı evlerin dar sokaklarında karnımızı doyuracak bir yer arıyoruz sonunda tabelasından restoran olduğunu anladığımız bir yerden girip merdivenlerden aşağı iniyoruz eski Bizans tarzı bir yer karşılıyor bizi, serin ve yüksek tavanlı iki ayrı galeride orta doğunun buğulu ezgileri çalınmakta...yemeğimizi seçmekte artık tereddüt  etmiyoruz tadını çok iyi bildiğimiz celo ve kebap söylüyoruz...



 Yazd'ın tarihi  hakkında okuduğum notlardan aktarmak gerekirse, antik geçmişinin 7 bin yıl önceye dayandığı var sayılan bu kent, tarihi ipek yolunun üzerinde olması nedeni ile işgalciler tarafından sürekli yakılıp yıkılıyor ama her seferinde toparlanıp yeniden inşa ediliyor,ve birde üstüne üstlük zor çöl koşullarıyla başa çıkabilmek için, türlü çeşitli icatlar yapıyorlar, örneğin Kuh dağlarından 45 km.lik bir yolla Qanat adını verdikleri yer altı su şebekesini kurarak şehre su getirmeyi başarıyorlar ve yakın zamana kadar şehir suyu bu yolla sağlamışlar, ama siz Bizans'ın mirasçıları olarak '' eh bizde hatırı sayılır uzunlukta su kemerleri yapıp tee Kemerburgaz'dan  şehre su getirtmişiz ne var ki bunda'' diyorsanız bu sefer karşınıza dünyada eşi benzeri olmayan Bad-gir rüzgar kulelerini koyarım aklınız durur :) Adamlar bildiğiniz sıcak çöl rüzgarını icat ettikleri sistemle yüksek bacalardan belli bir açıyla alıp soğutarak binaların içine vermişler, bizzat tanık olmasam inanmam o icat sayesinde püfür püfür esmekte camı penceresi olmayan yerler.
                                                           Yer altı su sistemlerine iniliyor


Sırada Ateş Gede var kapanmadan yetişmeye çalışıyoruz Şehit D.R. Bedeşti meydanına çok yakın bir yerde. Gittiğimizde yeni yapım bir bina ile karşılaşıyoruz, ateş bu binanın içinde bir camekanın arkasında yanıyor. 470 Yıldır yanan bu kutsal ateşin antik bir yerde olacağını varsaydığımızdan hayal kırıklığına uğruyoruz.  


Tek tanrılı dinlerin ilki olan Zerdüşt inancının yaratıcısı Ahura Mazda' ve kutsal kitabı Avesta imiş. Zerdüşt inancının kutsal simgesi olan kuş adamı halen İran'nın her yerinde görmek mümkün. 
Bu inanca göre kontrol edilebilir buldukları tek ışık kaynağı ateşi kutsal saymaktalar. Badem ve kayısı ağaçlarıyla rahipler tarafından sürekli beslenen ateş 470 yıldır sönmeden büyük bir kadeh içinde yanmaktaymış. Son olarak da şunu belirteyim Arap istilalarından önce Zerdüşt'lük İran'nın resmi dini olarak kabul edilmiş. Yazd'de halen çok sayıda Zerdüşt yaşamaktakta imiş.





Beheşti meydanına dönmek için Taksiye biniyoruz. Kendi ülkemizde pahalı olduğu için çok sık kullanamadığımız bu ulaşım aracı burada hayatı oldukça kolaylaştırıyor. Takside çalan ve kulağımıza artık çok tanıdık gelen doğunun oryantal ezgileri Benan'ı kışkırtıyor taksinin içinde oturduğu yerden kıvrak hareketlerle müziğe eşlik ediyor ve arada şoföre eğilip soruyor ''Polis bizi götürmez değilmi?'' :) gaza gelen genç taksi şoförü müziğin sesini daha bir açıp ''rahat olun'' derken koltuğun arka cebinden bir bira kutusu çıkarıyor ve önce bize teklif edip sonra dikiyor kafaya :) bira alkollü müydü alkolsüz müydü bilemem...










Beheşti meydanına gelince bizim iyice zıvıttığımız taksi-parti son buluyor gülerek ayrılıyoruz şoförden.
İlk işimiz baklavacı aramak oluyor. O kadar methini duyduğumuz kuru baklavadan yemeden olmaz. İnsanların satın almak için kuyrukta bekledikleri dükkanda biz de sıraya giriyoruz.
Ne alacağımızı bilmediğimizden önümüze seçeneği bol bir ikram tabağı koyuyorlar hanımefendi görünüşümüze aldanıp :)  bir bilseler yedikten sonra sıvışmanın yollarını aradığımızı... amaaa biz bize yakışanı yapıp ve hatta gaza gelerek Şeyda'nın dayanıklı olduğunu söylediği baklavalardan eşe dosta kutu kutu alıyoruz. Paketlerin hazırlanmasını beklerken kızlar doluşuyor etrafımıza Türk olmak İran'da ne gurur verici bir şey aman yarebbim... bu duruma uyandığımızdan gezinin ikinci yarısından itibaren artık kimse sormadan biz söylemeye başlamıştık, örneğin bir yerde alışveriş yapıyoruz ''bu kaç tümen?'' diye sorup sonra '' biliyor  musunuz Türk'üz biz'' diye ekliyoruz, bazı yerlerde omuz silken hırtlar çıkmadı değil :) ha nerede kalmıştım... kızlar grubu çevreliyor etrafımızı kimisi bizimle fotoğraf çektiriyor kimisi sohbet etmeye çalışıyor kendimi ünlü biri gibi hissediyorum. 

önce ufaktan bizi kesiyorlar...

                                                          sonrada sohbet başlıyor :)

Baklavacıdan çıkarken içine düştüğümüz hatayı anlıyoruz elimizdeki ağır poşetlerle pazardan dönen ev kadınlarına benziyoruz :) Oysa program da otele yürüyerek dönmek var, Yazd'ın tarihi sokakları, gece gezilmeden olur mu...  Loş ışıklar, gölgeler o kadar büyüleyici ki bir masalın içinde olduğumuz sanısına kapılıyoruz, elimizde giderek ağırlaşan torbaları sık sık yere bırakarak titrek çıkacağına aldırmadan gece fotoğrafları çekiyoruz. Sanki yüz yıllar öncesi bir yaşamın içindeyiz her sokak bir başkasına açılıyor Yazd'in o büyülü atmosferi aklımızı başımızdan alıyor. 
Saate bakıyorum 10.30  hadi artık otele dönelim dediğimizde kaybolduğumuzu anlıyoruz. Adres soracak kimse yok. Paniklediğimiz için sürekli labirent gibi sokaklarda dönüp duruyoruz. Karanlıkta seçilemeyen yüzleriyle tek tük insanlar geçiyor yanımızdan ama adres soracak kadar gözümüz tutmuyor. 
İlk başta büyüleyici gelen atmosfer, romantik gölgeler artık bir kabusa dönüşüyor...bir de elimizde neredeyse yüz kiloya yaklaşan allahın cezası baklava torbaları...
Sonunda ışıklar içinde bir bakkal dükkanı çölde bulunan bir vaha gibi çıkıyor karşımıza. İki şaşkın turistin  hem acıklı hem komik hali dokunuyor adamcağıza, otelin bulunduğu yeri sormak üzere sağa sola telefonlar açıyor, düşünün o kadar uzaklaşmışız ki adam oteli bilmediği gibi bilen birini de tanımıyor :) Nihayet bir taksici gelip bizi alıyor ve otelin yolunu tutuyoruz.


Sabah uyandığımızda Benan uykusunu alamamış söylenip duruyor '' beynim bütün gece tırı vırı tırı vırı çalıştı durdu '' gülüyorum...bana bakıp sakin sakin söylenmeye devam ediyor ''ne gülüyorsun bazende aliguli aliguli diye çalışır''
Yeniden yola çıkmak üzere çantaları topluyoruz.Otelin kahvaltı verebileceği hiç aklımıza gelmemişti dışarıda bir yerde kahvaltı yapmayı planlarken birde bakıyoruz avluda kahvaltı eden şu her yerde karşımıza çıkan asık yüzlü İngilizler, ay karı koca bir günaydın demek için bile kafalarını kaldırmıyorlar. 
Dumanı tüten sıcak çay olmadan kendine gelemeyenlerdenim, Benan ile birlikte pek seçeneği olmayan soframızdan yorgun ama mutlu kalkıyoruz her şeye rağmen gülüyoruz, başka diyarlarda gezmek, kaybolmak, keşfetmek her zorluğun üstesinden gelebilmek güven veriyor.

Hasabı öderken plan yapıyoruz çağırdığımız taksi bizi önce '' Dakme'' sessizlik kulelerine götürecek sonrasında ise otogara bırakacak çünkü oradan Şiraz'a geçeceğiz. Yazd için ayırdığımız zamanın kısalığına üzülüyorum Benan'da aynı fikirde Yazd bizi çok etkiliyor hele sessizlik kuleleri...geçmişte ne yaşandıysa hala bu gün gibi, esen hafif rüzgarla binlerce yıllık tarihin tozları saçlarımızda, tenimizde dolaşıyor.  
İnsanlığın geçmişten bu güne hayata daha sıkı tutunabilmek için, umut etmek için, kutsal saydığı inandığı ne varsa bir kere daha saygı duyuyorum ve diliyorum ki insanların ihtiyaç duyduğu dinsel yapı otoritenin elinde bir yönetim aracı olarak kullanılmasın ama mümkün mü? İlkel politik yapılar her zaman bunu kullanmışlardır ve biz izin verdiğimiz sürece de bundan beslenmeye devam edeceklerdir.

Zerdüşt dininin inancı gereği ölenlerin toprağı ve suyu kirlettiği düşünülerek, gömülmek yerine buradaki yüksek kulelere terk ediliyor. Vahşi hayvanlar ve kuşlar onları yok edene kadar görevli rahipler gözetimi sürdürüyor. 1960 tan sonra bu gelenek yasaklanmış.






Taksi bizi bekliyor yolumuz Şiraz'a doğru...Buradaki otele ödediğimiz fiyatı kaydetmediğim için tam emin değilim Benan'a sordum oda hatırlamıyor ama geceliği 50 bin tümen olmalı. Bunun içinde bedava ve sürekli çay kahveyi sayarsak aslında fena da sayılmaz o güzelim avluyu da unutmamak gerekir.



















24 Haziran 2013 Pazartesi

İSFAHAN / İRAN

                                                                 
                                                           İSFAHAN

                                                        Sormuşlar yoldakine
                                                         kardeş yolun nereye?
                                                        ''ben bilmem, rüzgar bilir
                                                         düştüm yelin önüne ''
                                
Tahrandan İsfahan'a otobüsle gitmek isterseniz eğer, birde ''eh oldumu şöyle konforlu bir otobüs olsun''  derseniz taksi, Ferdowsi meydanından 10 bin tümene sizi terminal Arjantin'e bırakacaktır. Buradan saat başı kalkan Vip otobüsleri kişi başı 19 bin tümene 5 saat süren son derece rahat bir yolculuktan sonra sizi İsfahan'a ulaştıracaktır.
Yolculuk sırasında şöyle arkama yaslanayım da çevreyi seyrederek gideyim derseniz göreceğiniz manzara sizi hayal kırıklığına uğratabilir, bildiğiniz bozkır manzaraları, o yüzden perdeleri kapatıp uyumaya çalışın, yada bizim yaptığımız gibi insanlarla tanışıp bol bol sohbet edin.

Yan koltuğa bir kadın oturuyor hemen hepsi çok girişken insanlar olduğu için tanışmakta gecikmiyoruz.
Benan'la İngilizce sohbet etmeye çalışıyorlar, yanlış anlamadıysak eğer Tiyatro yazarı olduğunu söylüyor, hoş bir kadın, bize gündelik İran yaşamına dair çok şey anlatıyor. Son yıllarda yavaş yavaş sahip oldukları özgürlükten bahsediyor. Bundan dört yıl önce durum çok daha kötüymüş,baskılar şiddetliymiş ''şimdi rahatız'' diyor.  İslam devriminin ilk dönemlerinde saçlarının teli gözükmezken şimdi sadece başlarının yarısını kapatan eşarplardan gün gelip tamamen kurtulma umutlarının olup olmadığını soruyoruz, '' bu hiç bir zaman gerçekleşmez eh zaten bizde alıştık bu duruma'' diyor...


Ben yinede, Tahranda görüp yaşadıklarımın bir ilizyon yada sahnelenmekte olan tiyatral bir gösteri olduğu hissinden kurtulamıyorum, bilinç altım yasakları reddediyor devlet kararı ile örtünmek komik geliyor.


Terminalden bindiğimiz taksiye Isfahan hotel'in adını veriyoruz. Şans yine bizden yana, araştırma aşamasında yaptığım otel tercihleri bizi yanıltmıyor. Humeyni meydanına çok yakın, sade oldukça temiz bir otelle karşılaşıyoruz.
Burayı seçecek olanları bir tek otelin valiz taşıma işlerine bakan  Muradi, konusunda uyarmak isterim, adam tam bir baş belası; otelin patronu olduğunu hayal ederek sabahladığı çok geceler olmuştur eminim :)

Çantaları bırakıp çok vakit geçirmeden fırlıyoruz dışarı. Akşam olmak üzere amacımız Siosepol köprüsüne gitmek ve methini duyduğumuz ünlü Shahrzad restoran'tı bulup güzel bir akşam yemeği yemek.

Cadde'den  karşıdan karşıya bir kaza kurbanı olmadan geçmeyi başarıyoruz yine :) yıllar önce İstanbul'a taşradan gelenlerin durumundayız, bize bakıp gülüyorlar, hiç aldırmıyoruz canımızı kurtardık ya...
Şehir içi otobüsleri kullanmak istiyoruz, fakat otobüslerin üzerinde yazan farsça yazılardan bir şey anlamak mümkün değil. Ben açık olan otobüsün kapısından şoföre, Siosepol ? diye soruyorum adam başını olumlu bir şekilde sallayınca, Benan'la ön kapıdan dalıyoruz içeri, ha o arada birde  şöföre para teklif ediyoruz, :) hafifçe tebessüm ederek başıyla geçin işareti veriyor. Ben gözlerimle oturacak yer ararken önde oturan erkeklerden homurtular yükseliyor bir tuhaflık olduğunu seziyorum, arkamdan bir ses '' harici harici'' diyor anlıyoruz meseleyi kuzu kuzu arkaya diğer kadıncağızların yanına geçip oturuyoruz.

İsfehan'ı ikiye bölen Zayande nehri, üzerinde bulunan 1602 yılında inşa edilmiş 33 gözlü tarihi Siosepol köprüsündeyiz. Nehrin üzerinde bulunan eski dönemden kalma 6 değişik köprünün tamamı trafiğe kapalı olup en eskilerinden biride Hacu Köprüsüymüş, biz diğerlerini göremedik ne yazıkki.






Gece harika bir manzara var ve etraf gençlerle dolu, çevremize kızlar doluşuyor bizimle tanışıp fotoğraf çektiriyorlar sohbet ilerleyince de evlerine davet ediyorlar. Az ilerimizdeki delikanlılarda bizim kızları kesiyor anlaşılan köprü birazda gençlerin tanışma yeri. Kızların elinden zor kurtuluyoruz, fotoğraf çekmek istiyoruz ve karnımız aç.
   
Çok uzakta olamayan Shahrzad adlı restoranı arayıp buluyoruz. İçerisi gerçekten de bir sanat galerisini andırıyor bütün duvarlar minyatürlerle kaplı son derece şık bir yer. İnsanların profilinden zengin bir tabakaya hitap ettiği ortada. Garson bizi masaya oturturken Benan benim kulağıma ''Asiye battık galiba''  diye fısıldıyor, bende tırsıyorum ama bozuntuya vermiyorum,  '' Boş ver iki gün az yeriz bütçe dengelenir'' diyorum.






 Restoran'tın ne yazık ki o göz kamaştıran atmosferini çok fazla görüntüleyemedim yemek yiyenlerin mahremiyetine müdahale olur dendi, ancak duvardaki Minyatürleri fotoğraflayabildim.
Minyatürler İran'da hayatın her alanında var. Aşkı, şiiri, raksı,  mitolojik hikayeleri, savaşları, cennet-cehennem tasvirleri,  kınalı elleriyle aşığına şarap sunan ceylan gözlü güzelleri, doğu'nun o mistik masalsı dünyasına ait ne varsa  minyatürlerle kendini ifade ediyor.





İlk önce masaya, yarma ve havuçla yapılan limonlu co çorbası geliyor, son derece lezzetli olan bu çorbanın hemen arkasından da pirzola,celo ve kebap geliyor. Bizim bildiğimiz anlamda ekmek hiç bir yerde yok yemeklerin yanında lavaşa benzer bir şey yeniyor birde celo dedikleri yağsız pilavları var. Bu ikisi her sofrada mevcut.
İlk kez alkolsüz bira deniyorum ülke genelinde çok yaygın olan bu soğuk içecek sıcakta iyi bir serinletici.
Yemekten sonra gelen hesabı merak ettiniz biliyorum :)  hemen söyleyeyim iki kişi 58 bin tümen ödedik yani bizim paramızla 30.00 lira iki porsiyon yediğimizi ilave etmem gerek, yani bu mükemmel yemeğe adam başı 15.00 lira vermiş olduk...bedava değilmi? Benan'la birbirimize bakıp gülümsüyoruz...

Otelimize dönmek için taksiye biniyoruz eh artık yeter çokta yorgunuz, 4 bin tümen ödediğimiz taksi bizi otele bırakıyor.

Sabah otelin lobisinden Tebriz'de bulunan Şeyma'yı arıyorum, Şeyma benim bir yakınımın Facebook' ta ekli olan arkadaşı, biz İran'a gelmeden  iki gün önce internetten tanıştık, daha sonraki yazılarımda ondan uzun uzun söz edeceğim.
Çok iyi Türkçe bilen Şeyma telefonda bana Türkiye'den haberler veriyor. Kulaklarıma inanamıyorum hemen bizim arkamızdan başlayan Taksimdeki gezi olayları tüm şiddetiyle devam ediyormuş, halk sokaklardaymış ve en kötüsü bu çıkan olaylarda iki kişi ölmüş... Şaşkınlık, üzüntü ,merak hepsi bir arada...
Benan yanımda, telefonu kapattıktan sonra tüm duyduklarımı heyecanla ona aktarıyorum. Bana telefonu bağlayan resepsiyondaki  kız merakla bize bakıyor neler olduğunu soruyor, bu sefer ikimiz birden bu eylemlerin nedenini dilimiz döndüğünce ona anlatmaya koyuluyoruz. İş, bireylerin yaşam biçimlerini devlet iradesi olmadan özgürce koruyabilme hakkına gelip dayanıyor. Kendi ülkemiz adına da bu yöndeki endişelerimizden söz ediyoruz.  Başörtüsünü düzeltirken o koca gözlerini daha bir açıp merakla '' ama siz müslüman değilmisiniz neden örtünmek istemiyorsunuz?'' diye soruyor.
'' Özgürlük'' diyoruz insanın nasıl yaşaması gerektiğine yalnız kendi karar vermesini sağlar... gülümsüyor...gülümsüyoruz...








Şehir içi otobüslerini kullanarak İmam Humeyni meydanına geliyoruz.( Meydan-ı İmam)  Dün akşam gittiğimiz Siosepol köprüsüne oldukça yakın. Unesco dünya kültür mirası listesinde yer alan bu meydanın tümünü kapalı çarşı çevrelemiş. Meydanın güney ucunda bulunan Mescid-i İmam'ın mavi çinilerini, hatırladıkça hala gözlerim kamaşmakta, zaten artık İran denilince aklıma gelen ilk şey mavi çiniler ve minyatürler.

Meydana hakim yapılardan birisi de 1597 yılında yapılmış olan Ali Gapu Sarayı. ( Kah-ı Ali gapu ) Kraliyet ailesi, sarayın geniş havuzlu balkonundan meydandaki şenlikleri izlermiş. ve söylentiye göre bu sarayın altından Şeyh Lütfullah Camii'ye giden bir de tünel varmış.
Mescid-i Cuma yine unesco dünya kültür mirası listesinde yer alan görülmesi gereken yerlerden birisi.






Her şey o kadar büyüleyici ki kendimizi kaybediyoruz, asla hiç kimse ne bakışıyla ne de sözle bizi rahatsız etmiyor. Çarşıdaki, dükkanlara girip çıkıyor minik hediyelik eşyalar alıyoruz, yeni yerler keşfedip değişik yemekler yiyoruz, merdivenle inilen yalnız erkeklerin olduğu çay ve nargile sunulan, bize göre izbe
sayılabilecek yerlere girip çay içiyoruz, ayak üstü yenilen dondurmalı tatlı kuyruğunda tümen'deki sıfırları saymaktan sıkılıp gülerek tüm desteyi satıcının önüne bırakıveriyoruz ve günün sonunda oturup kaldığımız kaldırım'dan meydanı seyre dalıyoruz...her şey büyüleyici bir ahenk içinde akıp gitmekte. Doğunun bu gizemli şehrinde akşam olmakta, mavi çinilerin üzerine güneşin kızıllığı vuruyor...



Biz yorgun argın otelimize dönerken bu masalsı şehirde serin, ışıklar içinde bir gece başlıyor.


Sabah ilk Çehel Soton'dan başlatıyoruz gezimizi. 1647 yılında inşa edilmiş olan saray oldukça görkemli. Ama ne yazıkki kaderine terk edilmiş gibi görünüyor, kesinlikle iyi bir restorasyona ihtiyacı var.
Girişinde bulunan 20 adet sütun, akşam üstü havuza vuran yansımaları  ile birlikte sayılıyor, o yüzden diğer bir adı da 40 sütunlu saray! diyorum size doğunun  masalsı bir ışığı var 20 olan sütun sayısını 40 gibi gösteriyor :)

Sarayın duvarlarını süsleyen 17.yy resimlerinde, ellerinde şarap kadehleri ile dans eden rakkaseleri izleyen Safevi hükümdarlarının, saray şölenleri betimlenmekte. Sarayın içinde flaş kullanarak fotoğraf çekmek yasak.

Sallanan Minarelere gitmiyoruz çünkü artık sallamaktan vazgeçmişler. Bana göre de iyi olmuş salla salla nereye kadar, işin sonunda, 14.yy kalma Ebu Abdullah adındaki dervişe ait türbedeki bu minarelerin yıkımına neden olacaklardı.



Öğle yemeğini yine bizim Shahrzad restoran'ta yiyoruz garsonlar bizi görünce tanıyor bu sefer anı defterlerini getirip yazı yazmamızı istiyorlar.
Ve sıra geliyor Vank Katedrali'ne. bu kez yönümüzü Zayende nehrinin güney yakasında bulunan Ermenilerin yaşadığı Jolfa mahallesine çeviriyoruz.

Vank Katedrali'nin içi tamamen minyatürlerle süslenmiş bu minyatürlerde türlü çeşitli kadim hikayeler anlatılmakta, renkler resimler son derece etkileyici.
Bahçede ufak bir müze bulunuyor. Geçmişte yaşayan  Ermenilerin fotoğrafları, giysileri kullandıkları eşyalar sergilenmekte. Duvardaki kocaman Türkiye haritasını görünce sakın şaşırmayın. Camekan içine aldıkları haritanın yanında sürekli akan bir filmden Türklerin yaptığını iddia ettikleri soykırım anlatılmakta. Benan'la birbirimize bakıyoruz geçmişte kim kime yapmadı ki? hangi millet yüzde yüz masum olduğunu iddia edebilir! Bu kin ve nefreti bu günlere taşıyıp sıcak tutmak insanlara ne kazandırır? Halklar birbirini affeder, aileler, kardeşler birbirini affeder ama politikacılar buna izin vermiyorlar, ısıtıp ısıtıp yeni kuşaklara sunmak onların işi Allah onları affetsin...amin!..

Katedralin geniş bir bahçesi var hava çok sıcak ve biz çok yorgunuz, duvarın dibinde, gölgede iki bank yan yana durmakta önce oturuyoruz, kimse ilgilenmiyor sonra Benan ayakkabılarını çıkarıyor arkasından ben, yine kimse ilgilenmiyor bu sefer tüm yüzsüzlüğümüzle sırt çantalarımızı başımızın altına koyup yatıyoruz belki yarım saat kimse ilişmiyor ah birde çay olsa...





Gün bitiyor otele dönme vakti, yarın Yazd'e doğru yola çıkmayı planlıyoruz. Bizim şanssızlığımız, 3.4.5 Haziran Humeyni'nin ölüm yıl dönümüymüş o yüzden her yer resmi tatile girmiş çoğu yer kapalı olacakmış, bizde Yazd'e olan yolculuğumuzu 3 haziran sabahına denk getiriyoruz 5 saat süren yolculuğun  kayıp zamanı bari yolda geçsin...

Otel'e 3 gece için iki kişi 340 bin Tümen ödüyoruz yani bizim paramızla kişi başı geceliği 25 liraya geliyor. Buna sabah kahvaltı dahil yalnız kahvaltının çok zengin olduğunu düşünmeyin beyaz peyniri her seferinde istemek zorunda kaldık.
Birde Siosepol köprüsüne daha yakın Ali Gapu Oteli dikkatimizi çekti yalnız orada da fiyatların daha pahalı olduğunu düşünüyorum tercih sizin.
Isfahan Hotel: 00983112369737-
                                   2360586
                     www.isfehanhotel.com