6 Temmuz 2013 Cumartesi

TEBRİZ / İRAN


TEBRİZ


Şiraz'dan bindiğimiz uçak iki saat sonra Tebriz havaalanına indiğinde, gözlerim bizi karşılayacak olan Şeyma'yı arıyor. Ama önce Tebriz maceramızın en önemli bölümünü oluşturan Şeyma ve ailesini size yakından tanıtabilmek için bütün filmi başa sarmam lazım. Şimdi seyahatimizin başına, iki gün önceye dönüyoruz.

Benim bir yakınım, Facebook'ta ekli İranlı arkadaşı Şeyma'ya bizden söz ediyor ( bu arada onların da yakından tanışmadıklarını belirtmem lazım) yolculuğa iki gün kala bağlantı kuruyoruz. İnternet üzerinden görüşüyoruz. Bana gezi programımızı soruyor anlatıyorum ama sonunda dönüş için uçak biletini oradan alacağımızı öğrenince çığlığı basıyor ve bunun için geç kaldığımızı söylüyor...
Bana İstanbul'da bulunan bir tur firması, dönüş biletini İran hava yollarından alırsak çok ucuza geleceğini söylediği için tek yön bilet almıştım:(   Bunun üzerine ne yapabileceğimizi düşünüyoruz ve çözüm Şeyma'dan geliyor. Dönüş biletlerimizi oradan kendisinin alabileceğini söylüyor.
Öyle şaşırıyorum ki nereden baksan iki kişi için uçak bileti 500 tl. gibi büyük bir para nasıl olur da hiç tanımadığı biri için bu parayı öder? ama bir taraftan da sorunun çözülmüş olmasına seviniyorum;
 ''biz dürüst insanlarız'' falan gibi şeyler saçmalıyorum,  tamam diyor Şeyma, ''sus, biletleri  alabilmem için bana pasaportlarınızın fotokopisini gönder''

Şimdi bizi şaşkınlığa düşüren, bu harika insanlarla  karşılaşmak üzereyiz, gözlerim sabırsızlıkla yolcu salonunun çıkışında onu arıyor ve işte oradalar, sesleniyorum dönüp bakıyor ve kırk yıllık dost gibi sarmaş dolaş oluyoruz. :) :) Eşi ve oğlu ile tanışıyoruz, hepsi çok iyi Türkçe konuşuyorlar. Onlarla buluşmak eve dönmek gibi güven verici bir duygu uyandırıyor bizde.
Şeyma, ayak üstü Türkiye hakkında haberler veriyor en az bizim kadar endişe duyuyor olan biten hakkında. Rezervasyon yaptırdıkları otele bizi bırakırken eşinin akşam saat yedi de gelip bizi alacağını söylüyor ve ''hafif bir şeyler yiyin sakın karnınızı çok doyurmayın'' diye de eklemeyi unutmuyor  :)

                             Şaşırmayın diye yeniden yazayım ülkede oldukça yaygın olan alkolsüz bira
                             ve yediğimiz hafif şeyler :)


Otel, Tahran ve Şiraz'da olduğu gibi çok büyük ve konforlu, her şey ince ayrıntısına kadar düşünülmüş.
Tavanda daha önce bir iki yerde daha gördüğüm ok işaretini burada da görünce sonunda anlamlandırıyorum, tabi yaa... kıbleyi işaret ediyor bu oklar... ne kadar akıllıyım ben yaw! :)  Benan resepsiyonu arıyor, odadan Türkiye ile görüşme yapabileceğimiz söylenmişti ama bir türlü başaramıyoruz. Arıza olduğunu bir teknisyen göndereceklerini söylüyorlar, biraz sonra kapı çalınıyor, ben açmak üzere yönelirken Benan, '' erkek geliyor''diye başörtüsüne sarılıyor :)  kapıyı açıyorum;  ilk kez İran da başım açık bir erkeğin karşısında dururken kendimi özgürlük savaşçısı gibi hissediyorum :)  daha sonra Benan '' yiyince kırbacı aklın başına gelirdi görürdük o zaman savaşçı mavaşçı nasıl oluyor! '' diyerek her ne kadar benim anarşist ruhumla dalga geçse de adamın verdiği cevap sonrası kendi de örtüsünü çıkarıyor. Çünkü eşikten dışarı adım atmadıktan sonra bir sorun yokmuş...
Otelin lobisinde oturup garsonlarla çene çalıyoruz, çoğu kişi Türkçe biliyor Tebriz halkı  çoğunlukla Azeri Türklerinden  oluşuyor ama Türkçeyi iyi konuşmaları izledikleri Türk dizileri sayesinde olmuş.

Akşam tam vaktinde Şeyma'nın eşi bizi almaya geliyor, evleri kaldığımız otele çok yakın.
Kapıda büyük bir sevinçle karşılıyor bizi, hazırladığı masa birbirinden lezzetli geleneksel İran yemekleri ile donatılmış, en çok hoşuma giden taraf ise asla bizdeki gibi ısrarcı değiller ne varsa masanın üzerine geliyor tuzlu, tatlı, soğuk, sıcak sıralaması olmadan.


                                                          Keşki Bademcan ( patlıcan)



Tahçin, içinde tavuk parçacıkları olan safranlı pilav


                       Kakuli ve safranlı helva, bizdekinden oldukça değişik ve çok güzel bir lezzete sahip

                                                         Yazd'ın ünlü kuru baklavası

Sohbet sık sık televizyondaki haberlerle kesiliyor İran'da olduğumuzdan beri ilk kez Türkiye'deki Gezi olayları hakkında detaylı bilgi alıyoruz. Yakınlarımızla İnternet bağlantısı kurup iyi olduğumuz bilgisini veriyoruz. Vatanımızı, köyümüzü ne çok özlemişiz...


Ertesi günkü programı Şeyma yapıyor ve Musa Ebni Jafer Camii 'den başlıyoruz gezmeye, Camii'nin içinde türbe olması nedeni ile Çador denilen tepeden başlayıp ayak bileklerine kadar kadının örtünmesini sağlayan bir tür çarşaf giyiyoruz. Tıpkı bizim camii'lerin kapısında verilen eşarplar gibi orada'da girişte veriliyor. Birbirimizin bu komik durumunu fotoğraflamaktan camiyi gezecek zaman kalmıyor :)





Doğu Azerbaycan eyaletinin başkenti olan Tebriz'in 5 bin yıllık antik tarihi olduğu bilinmekte.
M.S. 642 yılında kent Müslümanların egemenliğine girer. Safeviler devrinde bir süre İran'ın başkenti olur. Aynı dönemde yapılan Ark-e Tabriz isimli kale, depremlerden etkilenmeden günümüze kadar gelebilmiş önemli eserler arasındadır. Gacarlar döneminde tekrar başşehir olan kent bu dönemde sık sık Osmanlı ve Rus akınlarına uğramış.
İkinci olarak Şairler mezarlığı'nda Şairler Anıtı'na gidiyoruz, ( Magbara-to Şoara) 
Tebriz, yetiştirdiği ünlü şairler kadar, onlar için ayırdığı  özel şairler mezarlığı ile de dünyadaki tek şehirdir . Son dönem şairlerinden Şehriyar'ın heykeli önünde farsça şiirden tercüme yapıyor bize Şeyma'nın eşi.
                                                   
                                             '' Selam olsun şövketinize elinize,
                                                menimde bir adım gelsin dilinize''



                                                                                 
Mescid-i Kabud ( Gök Mescit ) 1461 yılında yapılmış olan Cami yeniden restore edilmiş. İçinde ve dışında kullanılan koyu lacivert işlemeli çiniler nedeni ile, İslam'ın Turkuazı'da denilen Cami, çok etkileyici bir sanat eseri, Tebriz de görülmesi gereken en önemli anıtlardan biri.












                                                               
                                                                 Hey Özgürlük


                     

Gacar Müzesi'ni geziyoruz. İran'da çok meşhur olan hani şu kadehlerin, porselen çaydanlık ve tabakların üzerinde resmi olan  Nasıreettin Şah döneminde yaşamış olan Amır Nezam Garisu'nun  müze haline dönüştürülmüş konağındayız. Eski dönem zengin İran tarihi hakkında önemli bilgiler vermekte ve mutlaka gezilmesi gereken yerler arasında.







Gez gez nereye kadar acıktık, susadık, yorulduk. Arkadaşlarımız bizi yemekleri ile ünlü bir restorana  götürüyorlar mekan oldukça kalabalık. Derin bakır kaplar içinde gelen sebzeli et yemekleri üzerinde bulunan tokmaklarla iyice ezilerek yeniyor. Çok yağlı oluşundan bizim damak tadımıza pek uygun değil. Şeyma'nın ev yemeklerinin yerini hiç bir şey alamıyor.

İkinci gün kapalı çarşı ile başlıyoruz. Burada anlatmam gereken en önemli şey kuşkusuz Dünyaca ünlü çok pahalı İpek halılar. Doğal olarak bizim gibi sıradan insanların bu halıların önünden geçerken, satıcının ''ne kalabalık yapıyorsunuz dağılın bakiim hadi evinize''  der gibi fırlattığı bakışına karşılık dik durmak gerekiyor arkadaşlar.


                                                                      İpek halı tablolar


                                                                    Halı tamircileri



Almanız gereken hediyelik şeyler arasında gül yağı da olabilir halı alamıyorsanız eğer :) her ne kadar Şeyma ''ne yapacaksınız mollaların sakallarına sürdükleri o kokuları'' dese de biz gaza gelip üç beş şişe aldık.
Bütün İran seyahatim boyunca tek özlediğim şey çay oldu. Bu tür açık alanlardaki çay ocağı görünümlü yerler sadece erkeklere hizmet veriyor bunu anlamamız gezinin son günününe denk geliyor. Önünden geçerken fark ettiğimiz çay ocağında durup çay içmek istiyoruz Şeyma'nın eşi bizi hemen  uzaklaştırıyor. Benan'ın aklına geldi mi bilmem sormayı unuttum, bizim Tahranda'ki kapalı çarşıda yine böyle adamların olduğu ufacık bir yere zar zor sığışıp çay içmişliğimiz var :) bilmeden neler yapmışız :)



Artık İran'da son günün son saatleri, otele ödeyeceğimiz miktarı bir kenera ayırıp geri kalan tümenleri sonuna kadar tüketiyoruz.

Yarın çok erken saatte yola çıkılacak erken yatıp erken kalkmamız lazım ama Şeyma'lar ile birlikte olunca bu pek mümkün olmuyor :)  Akordion'lar çıkıyor ortaya, Hafız'ın kitabından fallar okunuyor, birlikte komik pozlar verip fotoğraf çektiriyoruz,  ve artık veda zamanı bizi otele bırakırken Şeyma,''ben sizi sabah telefon açıp uyandırırım'' diyor ve tüm itirazlarımıza rağmen sabahın 5'de karı koca bizi havaalanına bırakmak üzere geliyorlar.





Onlardan ayrılırken dostluğun, insanın insana verebileceği en değerli armağan olduğunu bir daha anlıyorum. Arkadaşım Benan ve kendi adıma bir kez daha İranlı bu çok değerli aileye teşekkür ediyorum.
İran yolculuğumuz burada sona eriyor son söz olarak şunu eklemem gerek, diğer orta doğu ülkelerini
görmedim ama İran, iki kadının yalnız seyahat edebileceği   son derece güvenilir bir ülke. Şeriat yasaları hakim olmasına rağmen halkı asla yobaz değil. Sonradan eklenmiş uydurmasyon kuralları görmemezliğe gelirsek eğer, kadınlar günlük yaşamın içinde oldukça söz sahibi. Şehir içi toplu ulaşım aracının dışında hiç bir yerde kaç göç yok. Dilerim derin bir kültüre sahip bu kardeş ülke bir gün hakettiği özgürlüğe kavuşur.

Uçak İran semalarında iken gürültüden Benan'nın söylediklerini duyamayıp tekrarlattırıyorum
'' seneye diyoruuum...''  efendim?  ''seneye Hindistan'a ne dersiiiin?

5 Temmuz 2013
 İlişi / Abana







3 Temmuz 2013 Çarşamba

ŞİRAZ / İRAN


                                                                ŞİRAZ

4 Haziran sabahı Yazd otobüs terminalindeyiz, Şiraz'a saat başı otobüs olduğunu biliyorum ama otobüs seferleri Humeyni'nin ölüm yıl dönümü nedeniyle neredeyse tamamı kaldırılmış ancak gece 11 de olduğunu söylüyorlar.
Taksi tutmak geliyor aklımıza bu da oldukça iyi bir çözüm. Bir başka kişinin katılımı ile bizi 150 bin tümene Şiraz'a götürmek için taksi ile anlaşıyoruz.
 Bizim ülkemiz için ateş pahası olan şehirler arası taksi yolculuğu bizim paramızla kişi başı 25 liraya gelmiş oluyor.

Takside bizimle yolculuk yapan diğer delikanlı adı Şahram, Şirazlı imiş, Türk olduğumuzu öğrenince, duya duya ezberlemiş olduğumuz isimleri herkesin yaptığı gibi sıralıyor arka arkaya; ''Kenan İmirzalioğlu, Sibel Can... unutulmuş olanı da Benan kahkahayı basarak ekliyor  '' İbrahim Tatlıses''  ''hah diyor o da var...''  aramızdaki ortak noktayı keşfettik çoktan :) gülüyoruz hep birlikte...
Şahram tüm İranlılar gibi son derece konuksever birisi, bizi evine davet ediyor. İtirazımıza rağmen annesine telefon açıp yemek hazırlamasını söylüyor, bizde isterdik bir İranlı ailenin evine misafir olmayı ama vaktimiz az, daha otel bulunacak...10.30 başladığımız yolculuk 3.30 Şiraz'da son buluyor, yorgunluktan ölüyoruz.

Şahram'ın elinden bin bir güçlükle kurtulup adını bir gezginin yazılarından not ettiğim ''Firdevsi'' otelin kapısından içeri giriyoruz. Aslında  kapıdan içeri girebilecek kadar cesur olduğumuzdandır bütün mesele yoksa  otel dışarıdan kendini belli ediyor berbat bir yer ''ne diye zorluyorsunuz dönün geri be mübarekler'' diye fısıldıyor kulağıma koruyucu meleğim ...ama olur mu?  illaki sonuna kadar zorlanacak her şey.  Bir süre o izbe lobi sayılabilecek yerde bekliyoruz, resepsiyon sayılabilecek yerdeki adam da başka bir müşteri ile konuşmasını sürdürüyor, biz yokmuşuz gibi davranıyorlar. Ben cılız sayılabilecek bir ses tonuyla bir şeyler söylemeye çalışıyorum, adam ters ters bakınca ''hadi gidelim buradan'' diyorum Benan'a ama o, son bir gayretle ''odaları görseydik bari'' diyor :)

Turist olduğumuzu anlayan bir taksici tam da biz bakınırken önümüzde duruyor, Benan eğilip otel aradığımızı söylüyor, İngilizce konuşuyorlar şoförle, ( sarı taksi olduğunu belirtmem gerek) bu da bir şans, bir kaç otel adı veriyor adam, içlerinden Pars otel'i aldığım notlardan hatırlıyorum, pahalı olması nedeni ile listenin en altına yazmıştım.
Çok yakında olan Pars otele gidiyoruz. Oldukça büyük ve lüks bir otel, indirim talebimize olumlu yanıt veriyorlar, aslında internette yer alan fiyatlara bakmayıp pazarlık yapılırsa makul bir fiyat verip geri çevirmiyorlar. Tahranda'da aynı şey olmuştu.
Biz yorgun argın asansörün kapısına ilerlerken biri arkamdan omzuma vuruyor yine ne terslik oldu acaba diye bezgin bir şekilde dönüyorum;  garson, içinde buz gibi meyve suları olan tepsiyi bize uzatıyor, benim ''haa ne? bunlar bize mi?'' diye gösterdiğim tepkiye karşılık, gözleriyle biraz uzaktaki müdürü işaret ediyor. Başıyla hoş geldiniz diyen müdüre bizde gülerek başımızla cevap veriyoruz, az önceki Firdevsi otelin kötü izleri silinip gidiyor. Bu arada hatırlatmakta yarar var bizim Tahran'da kaldığımız Ferdowsi otel ile buradaki Firdevsi otelin isim benzerliği dışında uzaktan yakından bir ilgileri bulunmamaktadır.

O akşamı dinlenerek geçiriyoruz güzel bir akşam yemeği ve çay yorgunluğumuzu alıyor.
Yemekten sonra otelin lobisindeki televizyondan bir şey anlamadan, El Cezire kanalını izliyoruz, sürekli Türkiye'den bahsediyor. Otelin müdürü Türk olduğumuzu öğrenince ''neler oluyor sizin ülkeye böyle'' diye soruyor, haber alamadığımızı söyleyince ''3 kişi ölmüş'' diyor parmaklarını göstererek, ve ekliyor ardından, ''Türkiye'nin daha önce sağlam bir dış politikası vardı hiç bir yabancı devletin işine karışmaz dik ve vakur dururdu ne işiniz var sizin Suriye'de bilmem nerede dikkat haa'' diyor...Başka ülkeden birinin Türkiye'yi nasıl gördüğü bizim için önem taşıyor sohbet Türkiye-İran üzerinde devam ediyor.


Sabah resepsiyonda görev alan genç kadın Gayet iyi Türkçe konuşuyor bu ne mutluluk, ta Tahran'dan bu yana hiç Türkçe bilen birine rastlamamıştık. Benan Türkiye ile telefon bağlantısı kurmak istiyor,Gezi olaylarını Şeyda'dan duyduğumuzdan beri sürekli evi aramasına rağmen bir türlü görüşme yapamıyordu, tekrar bir denemeden sonra sonunda Rıza'ya ulaşmayı başarıyor. Telefonun öbür ucundaki arkadaşımız Türkiye'den haberler veriyor diğer kentlere de yayılan olaylar tüm şiddeti ile devam ediyormuş...kendimizi suçlu gibi hissediyoruz biri bizi vatanımıza ışınlasa ah ne iyi olur...

                                                                  PERSEPOLİS

Persepolis'e taksi ile gidip dönmek zorundayız, gidiş dönüş iki saat, iki saatte gezmek için ayrılan süre, toplam dört saat için istenilen 60 bin tümen'e razı oluyoruz. Sina oldukça genç bir şoför batılı gençler gibi giyinmiş, arabada bu kez sürekli İran-rep dinliyoruz, oldukça kibar ve mesafeli bir genç Benan'ın her '' Sina'' deyişine '' ceanım'' diye cevap veriyor :)
Yazımın sonunda Sina'nın cep telefonunu vereceğim ama olur da ararsanız pazarlık konusunda işi sıkı tutun derim.

Şiraz'a  70 km.uzaklıkta olan Persepolis'teyiz. M.Ö. 6. yy'da Pers Kralı 1. Dara ( Darius) tarafından kurulan Parsa kenti daha sonra tahta çıkan 1.Serhas (Xerxes) ve Ardaşir ( Artakserkses) tarafından büyütülerek toprakları Hindistan'dan Etiyopya'ya kadar uzanan Ahameniş ( Achamenid) İmparatorluğu tarafından başkent haline getirilmiştir..
M.S. 331 yılında Büyük İskender, saldırıları ile kenti yerle bir eder, yakıp yıkar ortalığı ve sonra bütün yer ve özel isimlarin arkasına Yunanca  ''us,os, is'' takılarını ekleyerek izini bırakır gider.
Persepolis, Farsça  ''Tahtı Cemşid'' ( Cemşid'in Tahtı) diye anılmaktadır.

İlkin Apadana sarayına ulaşan meşhur merdivenlerle karşılaşıyoruz.  Soylu ziyaretçilerin atlarıyla asaletli çıkışlarına  mani olmamak için basamakları ona göre dizayn edilen sağlı sollu merdivenlerin, sağ  tarafta olanı yalnız Kral Darius'un çıkışı için ayrılmış. Biz de kralın izinden o günleri hayal ederek yavaş yavaş çıkıyoruz merdivenleri.



Sarayın tüm duvarları o şaşalı günleri betimleyen taş oyma resimler ve yazılarla dolu. İnsan elinden çıktığına şüphe ile baktığım  bu eşsiz eserlerin günümüze kadar gelebilmiş olması bize o günlerdeki yaşam hakkında geniş bilgiler vermekte. Rölyeflerin üzerindeki çivi yazılarında Elemce, Babilce ve eski Farsça dilleri kullanılarak yeni yıl kutlamaları ( Nevruz) anlatılmış.
Boğanın ısırdığı aslan ise eski yılın bitip yeni yılın başladığını sembolize ediyor. Her şey muazzam bir hayranlık uyandırıyor ve iki saat su gibi akıp gidiyor eğer yolunuz buraya düşerse saat konusunda bizim yaptığımız gibi önceden taksi ile anlaşıp kendinizi sınırlamayın yada ne bileyim en az 3 saat ayırın buraya.
Uzaklarda görünen kayalık dağın eteklerinde  kral mezarlarına gidemeden dönüyoruz, gerçi oraya çıkmak için hava oldukça sıcak ama yine de aklım kalmadı değil.











Bizim göremediğimiz ama giderseniz eğer görmeniz gereken yerlerden biride Persepolis'e 8 km. uzaklıktaki Nakş-i Rustem olarak anılan saray görünümündeki kral mezarlarıdır.Zerdüşt kabesi diye de anılan aynı yerdeki bir başka yapı 2500 yıldır bu dine inanan insanlar tarafından ziyaret edilmektedir.
                                                             ŞİRAZ

Öğle yemeği için otele dönerken iki saat sonra yeniden buluşmak üzere Sina ile sözleşiyoruz, saati 8 tümenden bizi gezdirecek. Gidilecek yerler arasında  Şah-e Çerağ Türbesi, Kerim Han Kalesi, İrem Bağları, Hafız ve Sadi Şirazi'nin türbeleri, Vekil Cami, ve hemen yanındaki  Vekil Pazarı listede yazılı ama zaman çok az, içlerinden tercih yapmak zorunda kalıyoruz. Kerim han kalesinin zaten sürekli önünden geçtiğimiz için ilk önce listeden o düşüyor, kapalı çarşı desen şimdiye kadar bir kaç örneğini gördük onuda geç, çok önemli bir yer olmasına rağmen Şah Çerag'da bizim acemiliğimize geliyor onu da farkında olmadan atlıyoruz daha doğrusu gezinin sonlarına doğru yorgunluk ağır basıyor...
Sırada Hafız'ın türbasi var.

                                     

                                                ''O Şirazlı Türk( güzel) bize iltifat eder,
                                                  gönlümüzü alır,aşkımızı kabul ederse,
                                                  onun siyah benine Semerkant'ı da
                                                  bağışlarız Buhara'yıda.''
                                                                                               Hafız



1324- 1391 yılları arasında yaşayan Fars dili ve edebiyatının büyük sanatçısı Hafız'ın bu şiirini başa yazmakla Türk ve güzel mısralarından kendime pay çıkartmaya çalışıyorum :)
 
                                              Varlığım baştan gitsin, tek yüzünü döndür.
                                              söyle yele, dertlerin harmanını süpürsün

                                              Tufanlara kaptırdık gözümüzü, gönlümüzü
                                              gam seline söyle, evi temelinden götürsün

                                              bakışımız dicle'nin yıksın bütün önünü
                                              soluğumuz zerdüşt'ün ateşini söndürsün!

                                              ''seni kirpiklerimle öldürürüm'' diyen yar
                                               aman, sakın caymasın, öldürürse öldürsün!

                                               hafız'a son gününde vuslat muştusu versen
                                               belki ölürken bile onu mutlu görürsün!


                                                      Çalgıcı, hem süsle gazellerle günü;
                                                      hiç sorma nedir; bilme ne olmuş olacak!
                                                      hafez'ki bu evrenden elini çekmektedir,
                                                      gel bir kadeh iç, sonra veda et ne olacak?
     
İranlılara göre her evde bulunması gereken iki kutsal kitap vardır bunlardan birisi Kur-an'ı Kerim diğeride Hafız'ın kitabıdır. Hafız'ın fal kitabı olan '' Faal-e Hafız'' dan, daha sonra Şeyda'ya fal baktırıyoruz. Kitabın açılan herhangi sayfasında yazılan ne ise o sizin falınız oluyor. Bana, ''evim benim cennetim'' mısraları çıkarken, Benan'a '' istediğin için sana sunuldu'' deniyor.

Son olarak, kendi araştırmanızı yaparken belki bir çok yerde rastlayacağınız Yahya Kemal Beyatlı'nın,
Hafız için yazdığı şiiri eklemek istiyorum. Daha sonra Munür Nurettin Selçuk tarafından bestelenip, söylenmiştir.
                                                     Rind'lerin ölümü

                                         Hafız'ın kabri olan bahçede bir gül varmış
                                         yeniden her gün açarmış kanayan rengi ile
                                         Gece bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış...
                                         eski Şiraz'ı hayale yine ahengiyle
                 
                                         Ölüm asude bahar bir rinde
                                         gönül her yerde buhurdan gibi yıllarca tüten
                                         ve senin serviler altında kalan kabrinde
                                         her sene bir gül açar, her gece bir bülbül öter.



Sadi'nin türbesindeyiz; 1209-1291 yılları arasında yaşamış olan gezgin derviş, şair, Sadi Şirazi'nin önemli ve çok bilindik esreleri arasında Bostan ve Gülistan gelir. Mevlana ile aynı dönmede yaşamış olan şairin sonradan Mevlana ve Yunus Emre'nin katılımıyla, üçlemeye dönüşen şu dizelerini aktarmadan geçersem büyük eksiklik olur.

                            '' Aşka uçma kanatların yanar''
                                                                  Şirazi
                            '' Aşka uçmadıktan sonra kanatlar neye yarar?''
                                                                                   Mevlana
                            '' Aşka vardıktan sonra kanadı kim arar?''
                                                                                  Yunus Emre
                 
Güllerin, Filozofların, şairlerin, şarabın, şiirin şehridir Şiraz.  Birleşmiş milletlerin New york'taki uluslar salonu binasının giriş kapısında Sadi'nin şu dizeleri yazmaktadır.

                                                    '' İnsanın suyu birdir
                                                      yaratılırken atılan oklar temeldir
                                                      Birimizin acıyı hisstmesi yeterlidir
                                                      o acı hepimizindir.''




                           ''ah...bilsem...
                            kirlendi söz, şiire nasıl başlarım bilmiyorum...
                            sevdiğim şiirleri unuttum, sevdiğim şehirleri terk ettim
                            ve sevdiğim şairler öldüler.
                            Bilmediğim bir sebep olmalı burada olmam için...
                            sormazki bilsin: sorsa bilirdi;
                            bilmezki sorsun: bilse sorardı.
                         

                         
                         
Otele dönüyoruz yarın sabah yine yolculuk var, bu kez son durağımız olan  Tebriz'e gidiyoruz. Yolun uzun olması nedeni ile bu kez uçak ile yolculuk yapacağız. Şiraz, Tebriz arası 624 km. Daha fazla zamanı olanlar otobüs yolculuğunu tercih edebilir. Zaten bu uçak biletini alabilmek için neredeyse bir günü feda etmek zorunda kalmıştık.

                                                                  Pars otel

                                                                Şiraz havaalanı

                                                 Karikatürlerde bile kadınların başı bağlı

                                      
                                                    Tebriz'e 1 saat süren yolculuğumuz başlıyor

İki akşam konaklama, sabah kahvaltı, bir öğle yemeği, iki akşam yemeği, arada olan içecekler ile toplam 383 bin tümene karşılık gelen 97 Euro ödüyoruz.Kişi başı konaklama kahvaltı dahil 40 liraya falan geliyor.
Aslında Tümen olarak ödemekte yarar var bunu bildiğimiz halde döviz bürosu kapalı olduğu için mecbur kalıyoruz Euro ödemeye.
Shıraz Parse Hotel: + 98-711-2226600
Şoför, Sina            : 09382559440