14 Haziran 2020 Pazar

FAS


                         
                                                 
                                                           FAS YOLCULUĞU


                                                  SEVGİLİ AYNUR ÜNAL'IN ANISINA...


Telefonun öbür ucundaki ses '' hadi buluşup Fas gezi pogramı yapalım'' diyordu iki dakika içinde giyinip indim sahile, çay bahçesinde oturmuş beni bekliyorlardı. Çayları söyledikten sonra ''ee dedi Aynur ''kaçadır ki biletler?'' Eylülü bekleyelim diye bir öneri attım ama hemen itiraz geldi ''bir önce yola çıkmalıyız ne kadar erken olursa o kadar iyi.
Aynur'un yıllardır mücadele ettiği Kanser hastalığı için Fas'ta bir umut doğmuştu. Dogal bitkilerden hazırlanan bir ilaç varmış  bir çok hastaya iyi geldiği söyleniyormuş. Derler ya çare fizanda olsa arayıp bulacaksın diye işte bu haber de Sevgili Aynur'a umut oldu. Bu yolculukta Aynur'un hemşiresi Dilek, ben de yoldaşları olacaktım. Yıllardır dilimden düşürmediğim Fas yolculuğu 26 Temmuz 2019'da büyük bir anlama kavuşarak başladı.


                                                        Üç kadın Fas yollarında

Air Arabia ile aktarmasız bir şekilde Kazablanka havaalanına indik., yolculuk 5 saat sürüyor ve Fas bizden 3 saat ilerde Yani 26 temmuzu biz 27 saat yaşamış olduk  bitmek bilmeyen bir gündü. Havaalanının alt katınndan kalkan  tren kısa bir mesafe sonra sizi ana tren garına götürüyor. Oradan istediğiniz şehre kolaylıkla ulaşabiliyorsunuz. 
Bir miktar döviz bozdurup yola çıkıyoruz. Bu arada unutmadan söyleyeyim döviz büroları ülkenin neresinde olursanız olun aynı kurdan bozuyor o konuda çok sağlamlar. Her neyse kısa bir yolculuktan sonra ülkenin dört bir tarafına tren bulma olanagınızın olduğu ana istasyona geliyoruz. Marakeş'mi Rabat'mı? Meknes'mi nereye gitmek istiyorsanız buradan buyurun. 
Biz Meknes'e giden trene binip yola koyulduk. Tren kültürümüz olmadığı için 2.sınıf  aldığımız biletlerle gözümüze kestirdiğimiz boş bir kompartımana bir güzel kurulmuşuz. Ara istasyonlardan binenler inenler oluyor. Bizim keyfimiz yerinde Aynur boylu boyunca uzanmış uyuyor ben koltukta bağdaş kurmuş oturuyorum Diğer arkadaşım desen yan gelmiş uyuyor oohh mis... Hava hala aydınlanmadı bir şey göremesem de dışarıyı izliyorum.
Derken kompartımanın kapısı açılıyor ve  iki kadın içeri girip oturuyor, istemeyerek de olsa biraz toparlanıp yer vermek zorunda kalıyoruz, kapı yeniden açıldığında bu kez çocuklu bir aile elindeki biletleri uzatıp yerimizden kalkmamızı istiyorlar aa yok artık! ben biletlerimizi çıkarıyorum, adam ısrarla hala bir şeyler anlatmaya çalışıyor sonra durum anlaşılıyor, Meğer yerler numaralıymış ve oturduğumuz kompartımanda 1.sınıfmış ve biz 2.sınıf yolcuları bir güzel adamların yerine kuruluvermişiz. Adama, ''kardeş sen de git bizim yerimize otur deme yüzsüzlüğünü bile gösteriyorum. Farkındayım, yurt dışına çıkınca benim içimden başka biri çıkıyor  oysa bu ben, ben değilim :)
Hava artık tamamen aydınlandı Pencereden uçsuz bucaksız ovalar görüyorum sıkça da palmiye ağaçları. Tren çeşitli istasyonlarda durup kalkarak yola devam ediyor. 
Kompartıman görevlisi bir sonraki durak Meknes diyor... oh!! nihayet yolculuk sonlanıyor. Kastamonu'nun bir kasabasından yola çıktığımızda dün sabah saat 9'u gösteriyordu. Minibüs, Otobüs, Uçak ve Tren... sonunda Meknes'teyiz, başardık!
Palmiyeleri daha sık olan bir istasyonda iniyoruz. Hamid bizi bekliyor. Hamid, yol arkadaşımızın  eski eşi. Biz de onun ve ailesinin işlettiği bir pansiyonda kalıcaz.

Şimdi şu saatte adımladığım yollar dünyanın başka bir ucu, bu duygu beni hep derinden etkilemiştir. Yeryüzünün farklı bir bölgesine ve kültürüne ait bir yerde olmak sanki hep kanatlarım varmışta beni onlar buraya taşıyıp bırakmış hissi uyandırıyor, derin bir özgürlük duygusuna kapılıyorum. 
Benim arayışım farklı kültürleri tanınmanın yanı sıra asıl önemlisi yeryüzünü dolaşmak sanırım.

Büyük kocaman bir aile karşılıyor bizi, aslında sadece Hamit ve annesinin yaşadığı ev gündüzleri ablalar, teyzeler, ve dostları ile dolup taşıyor. Bizi son derece dostane bir şekilde karşılıyorlar.
Kendi aralarına bir sürü farklı dilden konuşuyorlar Arapça, Fransızca ve İngilizce. Onlara bakıp da  Fas kültürü hakkında bir yargıya varmak son derece yanlış olur, çünkü onlar kendi toplumlarının okumuş yazmış kesimini temsil ediyor.

               



                                          


Hemen o gün sokağa attım kendimi yıllardır hayalini kurduğum Fas'tayım... tek başıma sokaklarda dolaşıyorum karşı kaldırımdan beni gören sokak satıcısı  etnik bir şarkıya başlıyor... Tanrım benim için bir erkek şarkı söylüyor!.. ☺❤ Entari giymiş ama olsun varsın...😊


İlgimi çeken ilk şey  fotoğrafını çektiğim bu durum oldu. Kafelerde ilginç bir oturma düzeni var. Karşılıklı yüz yüze oturup sohbet etmek yerine hepsi önden arkaya genişleyen bir oturma düzeni içinde çaylarını içip sinema seyreder gibi geleni geçeni seyrediyorlar.



Vitrindeki tatlı çöreklerin üstünde onlarca uçan böcek dikkatimi çekiyor önce sinek sandım meğer arıymış satıcı için bu durum bir övünç kaynağı çünkü üzerinde ne kadar arı varsa çörekler o kadar tatlı anlamını taşıyormuş.

29 temmuz
İki gün Meknes'te vakit geçirdikten sonra hayallerimin masalsı kenti Marakeş'e doğru trenle yola koyuldum. Meknes, Marakeş arası 6 saat sürüyor. 2. Sınıf vagon bileti 200 dirhem: Bu benim yurt dışında ilk kez yalnız kalışım derin denizlere tek başına açılmak gibi bir şey ya da ormanın derinliklerine dalmak gibi... hadi bakalım! seni tanıyan kimsenin olmadığı bir dünyadasın artık.

Trenden indiğimde mahşeri bir sıcağın kucağına düşüveriyorum. Marakeş!... Masalların, hikayecilerin, yılan oynatıcıların, büyücülerin, şehri.. zamana yolculuk gibi bir şey... ben dünyanın bu büyülü merkezinde sadece önemsiz bir noktayım...kalabalığın arasına karışıyorum...

Daracık sokaklar iki yanı satış yapan tezgahlarla dolu, bir anda bir sokak aralığından o devasa meydana giriveriyorum, Jemaa El-Fna...Sonunda!... O sıcağın altında meydan oldukça boş, sadece tenteleri  açık olan yiyecek dükkanları satış yapıyor. 
Meydana en hakim bir yerde bir otel gözüme ilişiyor tahta panjurları olan ve pencereleri meydana açılan bir konumda  '' Ah! keşke şurada kalabilsem diye içimden geçirmeme rağmen umutsuzum,  düşünün!  Sultanahmet meydanına gelmişsiniz Topkapı'ya hakim bir otelde oda istiyorsunuz... abi mümkün mü?...  yine de sormakta yarar var deyip otele giriyorum... 20 avro imiş, odayı bile görmeden tamam diyorum. Sen kalk Marakeş'e gel El-fna meydanına hakim bir otel bul şans diye buna derler. 
Otel odası son derece kötü olabilir,  tek lüksü kırık dökük bir tuvalet ve yataktan ibaret de olabilir... ama olsun naapalım, o büyülü meydana açılan pencereleri var ya!   

Sırt çantamı bırakıp dışarı çıktığımda henüz hava kararmamış ama meydan yavaş yavaş doluyordu. Bir sürü ayaküstü yiyecek satan yerler var, bizim Eminönü balıkçıları gibi, karides, kalamar, ve adını bilmediğim balıkları taze taze pişirilip servis ediliyorlar. Dünyanın her yerinden gelmiş insanlar adlarını bilmedikleri yiyecekleri olumsuz koşullara aldırmadan yiyorlar. Bende kalamar ve balık siparişi verdim, doğrusu balık çok güzeldi. Kalamar, sosa batırılmadan orjinal haliyle çok da lezzetli gelmedi demek ki olay sostaymış.






Karanlığın çökmesi ile birlikte bir tiyatronun perdelerini açması gibi geçmiş yüzyıllara ait kıyafetleriyle, eğlenceleriyle, bir anda insanlar meydanı dolduruveriyor... Yılan oynatıcıları, yerel dansçılar, şifacılar, falcılar, ne ararsanız var geçmişleri binlerce yıl önceye dayanan gösteri geleneğini devam ettiriyorlar. Turist sayısı çok az onları izleyenler genellikle yerli halk. 
Palyaço gibi çok renkli giyinmiş yaşlı bir adamı görünce ister istemez kameramı doğrultuyorum ama gece ayarlaması yapmadığım için görüntü zaten flu çıkıyor... adam o mahşeri kalabalık içinde  beni nasıl gördüyse gördü insanları yararak üstüme geliyor... fotoğraf karşılığı para almak için.. ama zaten bir şey çekemedim ki neyin parasını vereyim? üzerime gelen adamdan kurtulmak için kaçıyorum adam değneğiyle kovalıyor, ben önde adam arkada... yan çemberdeki gösteri grubunun içine dalıp ters yöne dönüyorum ama bir anda adamla burun buruna geliyoruz...  en son aklımda kalan şey havaya kalkmış baston ve adamın vahşi gözleriydi nasıl olduysa o baston kafama inmeden kurtulabildim... 
Önemli not: sakın mübalağa ettiğimi sanmayın bu yazdıklarım harfiyen doğrudur... Zaten gidip görürseniz beni anlarsınız. Üstelik bu durum başka şehirlerde yine başıma geldi... onları da sırası gelince anlatırım...
Meydan giderek mahşeri bir alana dönüşüyor, her halka olmuş grubun orta yerinde bir başka gösterici yer alıyor. Ne ararsanız var, nasıl tarif edeyim hokbazı sihirbazı, hikaye anlatıcısı... neler neler... hatta mucizevi bir şekilde boyun fıtığı iyileştiren şifacı bile var, onları seyreden yerel halk çok eğleniyor ama bir yerden sonra benim için büyü etkisini kaybetmeye başlıyor.

Yüzlerce  yıldır devam eden bu teatral gösterileri otelin terasından seyredebilirim... öylede yapıyorum  teras katındaki çay ocağı- kafe şeklindeki yere yerleşip nane çayımı söylüyorum... ayaklarımı da şöyle bir uzatıyorum...ooohh!! dünya varmış...
Şimdi bütün o gösteri, dans ve müziğin sergilendiği alana tepeden bakıyorum, o başımı döndüren karmaşanın o cangılın hem dışında hem de içindeyim... bu oteli bulduğum için çok şanslıyım...
Geceleri dışarıda kalan bir insan olmamama rağmen Marakeş maydanı hatırına saat yaklaşık 12'ye kadar zaman geçiriyorum. eh artık yatma zamanı sanırım yarında burada kalırım...

Odama dönüyorum... meydana açılan camların tahta panjurlarını kapatıp yatağa giriyorum, Afrika müziğin fiğürleriyle dansçılar şovlarına devam ediyor müzik dediğim tam tam sesleri, gözlerimi kaparken düşündüğüm şey  ne kadar şanslı olduğum... düşünsenize Fas'a gelmişim ama Afrika dansı bile izleyebildim... hava çok sıcak... penceredeki tahta panjurlar tam olarak kapanmıyor ama olsun... sorun değil... yeniden yatağa dönüyorum, ama olmuyor gürültü çok yoğun nağmeli bir müzikten öte beyni delen ritmik bir gürültüye dönüşüyor... tamam bitecek belli bir saatten sonra... saat 1 oluyor...saat 2 oluyor tamtamlar ziller aynı hız ve tempoyla devam ediyor. Saat artık gecenin 3'ü, tamtamlar uzun süre can çekişen bir hasta gibi bir duruyor sonra yeniden başlıyor ve nihayetinde tamamen susuyor ohhh!! çok şükür, derken kepenklerin kapanma sesleri başlıyor... offf bağırmalar çağırmalar...dalmışım derken yeni bir gürültüyle zıplıyorum... kepenkler açılıyor... allahım neler oluyor saate bakıyorum saat 5 inanamıyorum kapanan gececi dükkanların yerine gündüzcüler açılıyor... yaklaşık gece boyunca sadece 2 saat uyuyabildim... el fna meydanı değil sadece fena meydanı... dostlar ben o meydandan nefret ettim, gidip görmüşleriniz olabilir hatta çok sevmiş olanlarınız da olabilir onların hatıralarına saygısızlık etmek istemem ama benim için el fna meydanı bir kabustu...Sabah gün ışır ışımaz toparlandım ve çıktım. Şimdi o geceyi anlatan notlarıma bakıyorum ''Kıyamet gecesinin sabahı'' diye not düşmüşüm. Sabah serinliğinde meydanın hemen yanındaki  Koutoubıa (Kutubiye) camii'ne bile dışarıdan  şöyle bir bakıp geçiyorum. Bir anda önce buradan gitmek istiyorum. 

29 Temmuz
Yolculuk  Essaouıra'ya' ya.. oysa vaktim vardı bir gün daha Marakeş'te kalıp şehri gezmek isterdim, zaten dün buraya saat 5 gibi geldim meydanın dışında hiç bir yeri göremedim.  Neyse hepsi sizin olsun ben gidiyorum.Caminin önü ile meydan arasında kalan caddeden geçen15 numaralı otobüs ile tren garının da bulunduğu otobüs istasyonuna gidiyorum ohh! sabah serinliği beni kendime getiriyor. bir de denizi görecek olmanın mutluluğu sarıyor içimi.  Supratorn adlı bir otobüs firmasından 110 dirheme bilet alıyorum meğer lüks bir otobüs seçmişim dönüşte orta halli bir otobüste 70 dirheme dönüyorum. Marakeş- Essaouira arası 3 saat otobüsüm 9'da kalkıyor saat 12'de oradayım demek öğle yemeğinde okyanus balığı var 😋
Bekle beni Essaouira... 


Ertesi sabah giydiğim tişört gecenin anlam ve önemine oldukça uygundu ''night were I tell for sleep''
''gece uyku için söylüyordum'' 😄
Essaouira veya yerel adıyla Suvayr  , Atlas okyanusu kıyısında küçük ve çok sevimli bir şehir. İner inmez insanı hemen etkisi altına alıyor. Yine yerimi önceden ayırtmadım nasıl olsa küçük bir yer kolaylıkla bir hostel bulurum diye düşünmüştüm ama dolaşmak zorunda olmak çok can sıkıcı oluyor, üstelik havada çok sıcak. Sonunda eski şehir Medina içinde orta karar bir yer buluyorum merkezi olması önemli benim için. Çantamı atar atmaz fırlıyorum dışarı. 
Milattan önce 7'inci yüzyılda Fenikeliler tarafından kurulmuş olan şehir, sırasıyla Romalılar, Portekizliler ve son olarak Arapların  hakimiyetine geçmiş. Medina ( eski şehir) Unesco Dünya Kültür Mirası listesinde yer alıyor. Kente hakim olan kale Portekiz'lerden kalmaymış. ben çıkmadım. 

Essaouira'daki sokaklar ve yapılar çok ilginç buna benzer yapıları Nepalde'de görmüştüm. Binaların altları İç içe geçen  dehlizler gibi, Bir binanın içine girer gibi girdiğinizde sizi bir sokak karşılıyor, sonra o bir başkasına açılıyor, labirent gibi. Sıcaktan korunmak için böyle bir mimari seçmiş olabilirler diye düşündüm.  Ürkütücü bulmama rağmen dolaşmaktan kendimi alamıyorum. 










Okyanusta'ki gel git olayı ve çok ince kum yüzünden suyun rengi bu durumda, ben masmavi bir deniz beklerken bu kahverengi renk oldukça itici geldi. Üstelik o sıcağa rağmen su çok soğuktu. 
Şehir inanılmaz rüzgarlı o sıcakta kapüşonlu polarımı giyip dolaşıyorum,  boyun fıtığı olan bir insan için bu rüzgar katlanılamaz bir şey. Sahilde çeşit çeşit okyanus balıkları pişiren balıkçılar yan yana sıralanmış, birini seçip oturuyorum, balığı özlemişim... Akşam rüzgar daha da artıyor bu şekilde rüzgara maruz kalmam mümkün değil, hem artık çok da yoruldum otele geri dönüyorum. Sabah çok erken kalkıp o  sessizlikte dolaşmaktan daha çok tat alabileceğimi biliyorum. 





















31 Temmuz
Artık yeniden yola koyulma vakti otobüs saat 9.30'da kalkıyor, 12.30'da Marakeş'te olmalıyım, oradan da 12.50 treni ile  Meknes'e devam edicem. Yaklaşık akşam üzeri 6.30'da Meknes'te yolculuğum son bulacak. 
Sürekli haberleşmemize rağmen Aynur'u merak ediyorum. Baştan da söylemiştim Aynur, buraya özgü otlardan yapılan bir tedavi görüyor. Kanser hastalığı korkunç bir şey en sevdiklerimizi elimizden acımasızca çekip alıyor, o yüzden her şeye çare umuduyla bakıyoruz. Umuyoruz ki Aynur bir nebze de olsa bu otlardan çare bulur.


Artık yeniden yola koyulma vakti geldi çattı otobüs 9.30'da kalkıyor Yalnız yolculuğun ilk kez keyfine varıyorum gerçekten çok güzelmiş. 😊


Bu fotoğraf da ne? diye soracaksınız haklısınız o kadar flu ki ne olduğu bile belli olmuyor çünkü otobüsün camından çektim o yüzden anlatayım. Gördüğünüz  ağaç argan ağacı, üzerindeki dallarda da keçiler otluyor. Daha dikkatli bakın! göreceksiniz... keçi onlar. Ben böyle bir şeyi daha önce okumuştum ama görebileceğimi hiç tahmin etmiyordum tam uyukluyorken bir anda görüverdim onları...  son anda çekilen fotoğraf da  anca bu kadar olur.

Kadıncağızın biri bir tura katılıp Fas'a gitmiş ve bu keçilerin olduğu ağacı görmüş ve çok da güzel fotoğraflamış, sonrada bir gezi sayfasında bunu yayınlamış, demiş ki, '' oradaki köylüler sırf turistlerden para kazanmak için keçileri kaçırıp ağacın dallarına çıkarmışlar...''  ah! hemşire, ben şimdi sana ne diyeyim?  rehberiniz size mutlaka anlatmış olmalı, bu keçiler o ağaca turistik amaçlı çıkmıyorlar, orada olmalarının nedeni argan yapraklarını yiyorlar, rehberini dinlemiş olsaydın bilirdin hadi dinlemedin bari biraz okusaydın ...



Bütün gün yolculuktan sonra nihayet yeniden Meknes'te arkadaşlarımın yanındayım, kuzucuğum Aynur'u çok iyi görüyorum. Onlara gezdiğim gördüğüm yerleri anlatıyorum, yerel insanların başlarını bağlama şekilleri gibi başımızı bağlayıp  fotoğraf çektiriyoruz... 

4 Ağustos Şafşavan 
 Aynur'cuğuma veda edip yeniden yola çıkıyorum bu kez Fas'ın batısında Cebelitarık boğazına çok yakın bir bölgede olan Şafşavan'a yolculuk başlıyor.

 









Yukarda gördüğünüz fotoğraflar  otobüsün camından çekilmiş fotoğraflardır o yüzden fotoğraf  kalitesi aramayın lütfen.

Şafşavan yer yüzünde gördüğünüz görebileceğiniz en mavi şehirdir. Her yer mavi, sokaklar, pencereler, duvarlar, evler, çiçek saksıları, merdivenler, kapı kolları bile mavi...sanki biri fırçayı eline almış her yeri maviye boyamış işte Şafşavan böyle bir yer. 
Bunun gerçek nedeni İspanya'nın Hristiyanlaşması sonucu sığınmacı olarak bu kente yerleşen Yahudilerin kutsal rengiymiş mavi ilk önce onlar boyamış maviye ve sonra da gelenek halini almış.

Chefchaouene tarihi boyunca İspanyollara, Yahudilere ve Araplara ev sahipliği yapmış. Kentin adı, eteğinde kurulduğu dağın şeklinin keçiboynuzu'na benzemesi üzerine, berberi dilinde anlamı ''boynuz''
olan Chefchaouene'dan gelmekteymiş.
Doğrusunu söylemek gerekirse bu şehir sayesinde  Fas'a geldiğime değdi...çok sevdim burayı çook!!
Burası için booking'ten tek gecelik bir yer ayırmıştım ama iki gece kaldım... Ertesi sabah çok erken kalkıp yeniden kendimi sokaklara attım, eğer fark ediyorsanız fotoğraflarda hiç turist gözükmüyor, oysa buralar gün içinde tıklım tıklım, ben çok erken kalkıp gezdiğim için bu sakinliği yaşayabiliyorum.
O sabah için mutlaka ilave etmem gereken bir şey, sokak aralarında dolaşırken o kadar heyecanlı ve mutluydum ki kahvaltı için iştahım kesildi bu çok nadir olur ben sabah bir şey yemeden şuradan şuraya adım atmam!.  Epey bir gezdikten sonra açlığım aklıma geldi, sokak arasında gözleme yapan bir kadından iki gözleme alıp meydandaki bir kafede nane çayı ile birlikte kahvaltı ve  öğle yemeği arası bir şekilde karnımı doyurdum... 



























































Bir çok fotoğrafla sizi sersem ettim değil mi? daha yüzlerce fotoğraf var,  ha bu arada yaşlı bir kadın tarafından dar bir sokakta yine fotoğraf yüzünden kovalandım... inanın mübalağa etmiyorum, aslında kadının fotoğrafını çekmiyordum, sokağın başında durmuş doğru ışık ve doğru  kadrajı yakalamaya çalışırken kadın sokağın başından çıkıverdi ve benim kameramı gördü ''vay! senmisin fotoğraf çeken...''  yahu senin neyini çekeyim...?  dememe kalmadı bastonu sallayıverdi,.  Fas'lıların adeti fotoğraf çektirmeyi sevmiyor ya da karşılığında para istiyorlar... vermeyince de şiddet uyguluyorlar... Annemin sinirlendiğinde söylediği bir küfür vardı o aklıma geliyor ''ananın örekesi'' uysa da oldu uymasa da 😆 

6 Ağustos 
Gece saat 9 gibi otobüs Meknes İstasyonuna geldiğinde biraz endişelerim artmıştı çünkü o saatten sonra dışarıda olmak ve pansiyonun yolunu bulmak biraz ürkütücüydü. Ama sevgili Hamit, teyzesi ve arkadaşları beni almaya gelmişlerdi. Bilseniz ne büyük bir mutluluk yeniden teşekkür ediyorum.





Aynı gün Üniversite sınavlarını kazandığım haberini aldım,  önce abimle paylaşıyorum ve bana yazdığı yanıt bu 😊 çok mutluyum çoook! 61 yaşında üniversite öğrencisi oldum... 




Pansiyonda Aynur'u kucaklayıp haberi veriyorum çifte sevinç yaşıyoruz. Şafşvan'dan aldığım yerel şapkaları takıp şımarık pozlar veriyoruz. Aynur'cuğumu  çok sağlıklı görüyorum.

7 Ağustos
Dört gün boyunca Aynur'la  birlikte Meknes'teyim. kaldığımız pansiyon Meknes'in merkezinde, o yüzden her gün çıkıp yerel pazardan alışveriş yapabiliyorum... İncir en sevdiğimiz meyve. Hamid'in annesinin yaptığı nefis Fas Yemeklerinden yiyip yan gelip yatıyoruz... hava çok sıcak gündüz güneşte dolaşmak pek mümkün değil... o yüzden evin keyifli ortamının tadını çıkarıyoruz. Çok sıcak bir öğle sonrasıydı açık pencerenin önündeki sedire uzanmış hafif esmekte olan rüzgara kendimi verip İnternetten Barış Manço şarkıları dinliyordum o an memleketi ölesiye özlediğimi hissettim dönüşe daha üç gün var allahım! 3 koca gün!... ve ben deli gibi ülkemi, evimi özledim. Kaldığımız pansiyonun hemen yanıbaşında büyük bir otel var, gece 12'den sonra her gece ama her gece otelin önünde bir meydan kavgası başlıyor ve sabah ezanına kadar sürüyor. Bu olay tıpkı bir kabus gibi her gece tekrarlanıyor. Gece yarısı kalkıp yanlarına gidip ''yeter ulaaann! içecekseniz adam gibi için yoksa defolup gidin'', demek geliyor insanın içinden...her gece sabah ezanına kadar süren  eğlence tarzları bu.  İçki demişken ülkede sözüm ona içki içilmiyor,  içki kültürü olmadığı için içenlerde böyle sapıtıyor...
İçki satan yerler dışarıdan bakıldığında bir market değil de depo görünümündeler. Hamid'e sormasam asla bilemezdim, bira almaya gittiğimde ise karşılaştığım durum doğrusu çok üzücüydü.
Benden önce alışveriş yapan genç adam satın aldığı biraları giysilerinin içine saklayarak dışarı çıkardı. 
Ah! özgürlük ne kadar değerlisin... Sonraki günlerde de her gün gidip aynı marketten buz gibi biraları alıp o boğucu öğleden sonralarını neşeli hale getirdim bu sayede memleket özlemini daha bir hikayeleştirmiş de oldum... yine  o günlerden biriydi Aynur'un bakımı tam gün bana kalmıştı. Öğle sonrası karşılıklı sedirlerde uzanmış çene çalıyorduk, Aynur, benden gidip sigara almamı istedi tabi ki HAYIR! dedim, hem de kanser hastası birine sigara alıcam yok artık!... ama karşımda ki Aynur! ona hayır demek ne mümkün tam anlamıyla bir diplomat sizi farkında olmadan etkisi altına alabiliyor, ben ne olduysa kendimi marketten sigara alırken buldum...olmadı istediği markayı almadığım için bir de değiştirmeye bile gittim o sıcağa rağmen...

Ağrıyan yerlerine masaj yaparken bundan beş ay önce de aynı sahneyi yaşadığımı hatırladım. Benim sevgili yeğenim Sevil'i  kanser yüzünden kaybetmiştim. Ona gözyaşlarımı göstermeden gizli gizli ağladım,  o sırada Aynur'cuğum gözlerini kapamış ve uykuya dalmıştı. Neyse şimdi bu çok hüzünlü anları bir yana bırakalım...

10 Agustos
Üç  gün çabuk geldi geçti şimdi sondan bir önceki gündeyiz bu gün Hamid bizi Mekenes'in medina'sına götürecek. Aslında ben tek gidecektim ama Aynur kendini iyi hissettiği için hep birlikte gitmeye karar verdik.  Şimdi önce  bir kaç fotoğraf koyalım.























O gün Meknes'in medinası'nda birlikte dolaştık kendimize yerel giysiler satın aldık ve ertesi gün ülkemize dönerken o giysileri giyerek dönmeyi kararlaştırdık.

11 AĞUSTOS
Tam 17 gündür Fas'tayız memleketi deli gibi özledim, sanırım  yurt dışında kalma süremi iki gün aştım ondan bu özlem. Kuş olup uçasım var. Sabah erkenden kalkıp trenle Marakeş havaalanına gitmeliyiz. oraya kadar da uzun bir yolumuz var. Ama önce Kaldığımız pansiyon sahibi aileyi size anlatmalıyım bu kadar güzel bir aileyi unutmam mümkün değil. Duygu yüklü güzel gözlerle bakan  kadınların oluşturduğu bir aile...hepsini çok sevdim hepsinin ayrı bir hikayesi var... kimsi hikayelerini kendileri anlattı bazılarını da bakışlarındaki hüzne bakarak ben uydurdum sanırım. Buradan onlara sonsuz selamlar... bir gece önceden bize büyük bir telaşla yolluklar hazırladılar ve o yolculuk sabahı da terasta toplanıp bizi uğurladılar



Biz havaalanına bu fotoğrafta gördüğünüz yerel giysilerle geldik, umre dönüşü gibiydi ya da Aynur'un deyimiyle Fas folklör ekibi gibiydik...Bütün işlemler bitip bekleme salonuna geldiğimizde paramız bittiğinden susuzluğumuzu yanımızdaki şeftalilerle giderdik. ahh! neler yaşadık o havaalınında neler! ne siz sorun ne ben söyleyeyim... Şu yukarıda gördüğünüz fotoğraf var ya iki masum kadın kameraya gülümsüyor ah! işte o pek doğru değil gülümsediğimiz doğru da sen gel içimiz de kopan fırtınayı bize sor...az önce yaşadığımız aksiyonun boyutu bize bir ömür yeter! ama nasıl? hiç de ser verip sır vermiyoruz değil mi? ahahaha :) bu da bizim amazon tarafımız, Karadeniz kadınlarıyız biz, böyle masum göründüğümüze bakmayın :) Neyse açık açık az önce ne olduğunu size anlatacak değilim, hayal gücünüzü çalıştırın biraz :) 

16 NİSAN 2020 
Aynur ebediyen aramızdan ayrıldı. Hiç bir şey onu o acımasız durumdan geri döndüremedi o benim hayatımda tanıdığım en özel insanlardan biriydi. Yaklaşık bir ay önce ben İspanya'dan Koronavirüs belası içinden sıyrılıp geldiğimde bana bu yazıyı yazmıştı. Şu an onu anarken gözyaşları içinde bunları yazıyorum. Ben de seni kocaman öpüyorum komik ve savaşçı kadın! seni çok seviyorum, ömrüm boyunca kalbimdesin.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder