28 Haziran 2013 Cuma

İRAN, YAZD (3)

Sabah yola çıkmak  için 8.30 da hazırız. Otele gelen taksiciye Jey otobüs terminaline gitmek için kaç para istediğini soruyorum ''8 bin tümen'' diyor ama cevabımızı beklemeden çantalar bagaja giriyor bile. 
Yola çıkıyoruz ama bizim şöför yolu bilmiyor :) her iki adımda bir camı açıp dışarıda  sesini duyurabildiği en yakın kişiye jey terminalini soruyor her sorduğunda, yanlış istikamete gittiğimizden endişelenip, aldığı her cevaptan sonra artık yolu anladığını düşünerek rahat bir nefes alıp arkamıza yaslanıyoruz. Onbeş kez tekrarlanıyor bu böyle ve işin komiği her seferinde ücreti yükseltiyor, sonunda  terminale bizi bırakırken dolmuş ücretini 15 bin tümene bağlıyor!  ben adamın  '' razı değilem'' demesine aldırmadan, arada bir yerlerde istediği rakamı esas alarak 12 bin tümeni daha fazla hır çıkmasın diye ön koltuğa atarken ''bende razı değilem'' diyorum ve iniyoruz.

Yazd'e gitmek için bu sefer perdeleri sıkı sıkı kapatılmış  orta halli bir otobüse biniyoruz. Bilet kişi başı 8 bin tümen.  Otobüs 5 saat süren yolculuktan sonra bizi terminal'e bırakıyor. Yalnız nedenini öğrenemediğimiz bize tuhaf  gelen otobüsün örtülü perdeleri...Bizim yolculuğun başında açtığımız perdeler, otobüs terminale girmeden önce muavin zoruyla  yeniden kapanıyor, hadi sıkı sıkı uydukları otobüs içinde kemer takma gerekliliğini anlıyorum ama bu perde kapatma işi niye? hala çözebilmiş  değilim.

                                                                    Terminal jey

                                               Otobüste dağıtılan kutu içindeki ikramlar

                                                                  Kohan Keshane Otel

Kohan Keshane otel, Yazd'in labirent benzeri dar sokaklarının arasından geçilerek ulaşılabilen bir yerde bulunuyor. Taksi şoförü daha fazla yol katetmesine rağmen sabahki uyanık yol bilmez şoförden daha az para istiyor, 6 bin tümen ödüyoruz ve anlıyoruz nerede hata yaptığımızı, siz siz olun herkesin taksicilik yapabildiği bu ülkede sarı taksilerden başkalarına  binmeyin hem yolu bilmiyorlar hemde ticari taksi olmadıkları için cezai bir durumları yok o yüzden rahatça kazık atabiliyorlar.

Kohan otelin dışarı ile irtibatı olmayan ağaçlıklı, oldukça geniş bir avlusu var. Otel bu sözünü ettiğim avlu olmasa oldukça vasat bir yer. Odalardan söz etmem gerekirse yataklar çok sert ve kötü sanırım müşteri istemeden çarşaf değiştirme adetleri yok :) neyse talebimiz üzerine değiştirmiş olmaları bile sevindirici. 




Avluda iki Farsi kadınla tanışıp sohbet ediyoruz. Tahran'dan buraya tatile gelmişler. Tanıştığınız kişiler belli bir yaşın üzerindeyse eğer bir de biraz okumuş yazmışsa konu her zamanki gibi dönüp dolaşıp şeriat kurallarına geliyor. Ülkemiz hakkında sorular soruyorlar. Kadınlardan biri kısa kollu bir elbise giymiş ve kayan şalı yüzünden tek kolu gözüküyor. Benan kolunu işaret ederek soruyor '' korkmuyormusunuz?'' kadın istemsiz bir şekilde arkasına bakıp yanıtlıyor ''şu an avluda kimse yok'' ama yinede düşen şalını toparlayıp örtünüyor. Türkiye hakkında endişelerini dile getiriyorlar  ''her şey yavaş yavaş gelişti anlayamadık Anayasada ki haklarınızı kaybedince geri dönüş olmuyor aman dikkatli olun'' diyorlar.

Otelden çıkıp toprak ve saman karışımı evlerin dar sokaklarında karnımızı doyuracak bir yer arıyoruz sonunda tabelasından restoran olduğunu anladığımız bir yerden girip merdivenlerden aşağı iniyoruz eski Bizans tarzı bir yer karşılıyor bizi, serin ve yüksek tavanlı iki ayrı galeride orta doğunun buğulu ezgileri çalınmakta...yemeğimizi seçmekte artık tereddüt  etmiyoruz tadını çok iyi bildiğimiz celo ve kebap söylüyoruz...



 Yazd'ın tarihi  hakkında okuduğum notlardan aktarmak gerekirse, antik geçmişinin 7 bin yıl önceye dayandığı var sayılan bu kent, tarihi ipek yolunun üzerinde olması nedeni ile işgalciler tarafından sürekli yakılıp yıkılıyor ama her seferinde toparlanıp yeniden inşa ediliyor,ve birde üstüne üstlük zor çöl koşullarıyla başa çıkabilmek için, türlü çeşitli icatlar yapıyorlar, örneğin Kuh dağlarından 45 km.lik bir yolla Qanat adını verdikleri yer altı su şebekesini kurarak şehre su getirmeyi başarıyorlar ve yakın zamana kadar şehir suyu bu yolla sağlamışlar, ama siz Bizans'ın mirasçıları olarak '' eh bizde hatırı sayılır uzunlukta su kemerleri yapıp tee Kemerburgaz'dan  şehre su getirtmişiz ne var ki bunda'' diyorsanız bu sefer karşınıza dünyada eşi benzeri olmayan Bad-gir rüzgar kulelerini koyarım aklınız durur :) Adamlar bildiğiniz sıcak çöl rüzgarını icat ettikleri sistemle yüksek bacalardan belli bir açıyla alıp soğutarak binaların içine vermişler, bizzat tanık olmasam inanmam o icat sayesinde püfür püfür esmekte camı penceresi olmayan yerler.
                                                           Yer altı su sistemlerine iniliyor


Sırada Ateş Gede var kapanmadan yetişmeye çalışıyoruz Şehit D.R. Bedeşti meydanına çok yakın bir yerde. Gittiğimizde yeni yapım bir bina ile karşılaşıyoruz, ateş bu binanın içinde bir camekanın arkasında yanıyor. 470 Yıldır yanan bu kutsal ateşin antik bir yerde olacağını varsaydığımızdan hayal kırıklığına uğruyoruz.  


Tek tanrılı dinlerin ilki olan Zerdüşt inancının yaratıcısı Ahura Mazda' ve kutsal kitabı Avesta imiş. Zerdüşt inancının kutsal simgesi olan kuş adamı halen İran'nın her yerinde görmek mümkün. 
Bu inanca göre kontrol edilebilir buldukları tek ışık kaynağı ateşi kutsal saymaktalar. Badem ve kayısı ağaçlarıyla rahipler tarafından sürekli beslenen ateş 470 yıldır sönmeden büyük bir kadeh içinde yanmaktaymış. Son olarak da şunu belirteyim Arap istilalarından önce Zerdüşt'lük İran'nın resmi dini olarak kabul edilmiş. Yazd'de halen çok sayıda Zerdüşt yaşamaktakta imiş.





Beheşti meydanına dönmek için Taksiye biniyoruz. Kendi ülkemizde pahalı olduğu için çok sık kullanamadığımız bu ulaşım aracı burada hayatı oldukça kolaylaştırıyor. Takside çalan ve kulağımıza artık çok tanıdık gelen doğunun oryantal ezgileri Benan'ı kışkırtıyor taksinin içinde oturduğu yerden kıvrak hareketlerle müziğe eşlik ediyor ve arada şoföre eğilip soruyor ''Polis bizi götürmez değilmi?'' :) gaza gelen genç taksi şoförü müziğin sesini daha bir açıp ''rahat olun'' derken koltuğun arka cebinden bir bira kutusu çıkarıyor ve önce bize teklif edip sonra dikiyor kafaya :) bira alkollü müydü alkolsüz müydü bilemem...










Beheşti meydanına gelince bizim iyice zıvıttığımız taksi-parti son buluyor gülerek ayrılıyoruz şoförden.
İlk işimiz baklavacı aramak oluyor. O kadar methini duyduğumuz kuru baklavadan yemeden olmaz. İnsanların satın almak için kuyrukta bekledikleri dükkanda biz de sıraya giriyoruz.
Ne alacağımızı bilmediğimizden önümüze seçeneği bol bir ikram tabağı koyuyorlar hanımefendi görünüşümüze aldanıp :)  bir bilseler yedikten sonra sıvışmanın yollarını aradığımızı... amaaa biz bize yakışanı yapıp ve hatta gaza gelerek Şeyda'nın dayanıklı olduğunu söylediği baklavalardan eşe dosta kutu kutu alıyoruz. Paketlerin hazırlanmasını beklerken kızlar doluşuyor etrafımıza Türk olmak İran'da ne gurur verici bir şey aman yarebbim... bu duruma uyandığımızdan gezinin ikinci yarısından itibaren artık kimse sormadan biz söylemeye başlamıştık, örneğin bir yerde alışveriş yapıyoruz ''bu kaç tümen?'' diye sorup sonra '' biliyor  musunuz Türk'üz biz'' diye ekliyoruz, bazı yerlerde omuz silken hırtlar çıkmadı değil :) ha nerede kalmıştım... kızlar grubu çevreliyor etrafımızı kimisi bizimle fotoğraf çektiriyor kimisi sohbet etmeye çalışıyor kendimi ünlü biri gibi hissediyorum. 

önce ufaktan bizi kesiyorlar...

                                                          sonrada sohbet başlıyor :)

Baklavacıdan çıkarken içine düştüğümüz hatayı anlıyoruz elimizdeki ağır poşetlerle pazardan dönen ev kadınlarına benziyoruz :) Oysa program da otele yürüyerek dönmek var, Yazd'ın tarihi sokakları, gece gezilmeden olur mu...  Loş ışıklar, gölgeler o kadar büyüleyici ki bir masalın içinde olduğumuz sanısına kapılıyoruz, elimizde giderek ağırlaşan torbaları sık sık yere bırakarak titrek çıkacağına aldırmadan gece fotoğrafları çekiyoruz. Sanki yüz yıllar öncesi bir yaşamın içindeyiz her sokak bir başkasına açılıyor Yazd'in o büyülü atmosferi aklımızı başımızdan alıyor. 
Saate bakıyorum 10.30  hadi artık otele dönelim dediğimizde kaybolduğumuzu anlıyoruz. Adres soracak kimse yok. Paniklediğimiz için sürekli labirent gibi sokaklarda dönüp duruyoruz. Karanlıkta seçilemeyen yüzleriyle tek tük insanlar geçiyor yanımızdan ama adres soracak kadar gözümüz tutmuyor. 
İlk başta büyüleyici gelen atmosfer, romantik gölgeler artık bir kabusa dönüşüyor...bir de elimizde neredeyse yüz kiloya yaklaşan allahın cezası baklava torbaları...
Sonunda ışıklar içinde bir bakkal dükkanı çölde bulunan bir vaha gibi çıkıyor karşımıza. İki şaşkın turistin  hem acıklı hem komik hali dokunuyor adamcağıza, otelin bulunduğu yeri sormak üzere sağa sola telefonlar açıyor, düşünün o kadar uzaklaşmışız ki adam oteli bilmediği gibi bilen birini de tanımıyor :) Nihayet bir taksici gelip bizi alıyor ve otelin yolunu tutuyoruz.


Sabah uyandığımızda Benan uykusunu alamamış söylenip duruyor '' beynim bütün gece tırı vırı tırı vırı çalıştı durdu '' gülüyorum...bana bakıp sakin sakin söylenmeye devam ediyor ''ne gülüyorsun bazende aliguli aliguli diye çalışır''
Yeniden yola çıkmak üzere çantaları topluyoruz.Otelin kahvaltı verebileceği hiç aklımıza gelmemişti dışarıda bir yerde kahvaltı yapmayı planlarken birde bakıyoruz avluda kahvaltı eden şu her yerde karşımıza çıkan asık yüzlü İngilizler, ay karı koca bir günaydın demek için bile kafalarını kaldırmıyorlar. 
Dumanı tüten sıcak çay olmadan kendine gelemeyenlerdenim, Benan ile birlikte pek seçeneği olmayan soframızdan yorgun ama mutlu kalkıyoruz her şeye rağmen gülüyoruz, başka diyarlarda gezmek, kaybolmak, keşfetmek her zorluğun üstesinden gelebilmek güven veriyor.

Hasabı öderken plan yapıyoruz çağırdığımız taksi bizi önce '' Dakme'' sessizlik kulelerine götürecek sonrasında ise otogara bırakacak çünkü oradan Şiraz'a geçeceğiz. Yazd için ayırdığımız zamanın kısalığına üzülüyorum Benan'da aynı fikirde Yazd bizi çok etkiliyor hele sessizlik kuleleri...geçmişte ne yaşandıysa hala bu gün gibi, esen hafif rüzgarla binlerce yıllık tarihin tozları saçlarımızda, tenimizde dolaşıyor.  
İnsanlığın geçmişten bu güne hayata daha sıkı tutunabilmek için, umut etmek için, kutsal saydığı inandığı ne varsa bir kere daha saygı duyuyorum ve diliyorum ki insanların ihtiyaç duyduğu dinsel yapı otoritenin elinde bir yönetim aracı olarak kullanılmasın ama mümkün mü? İlkel politik yapılar her zaman bunu kullanmışlardır ve biz izin verdiğimiz sürece de bundan beslenmeye devam edeceklerdir.

Zerdüşt dininin inancı gereği ölenlerin toprağı ve suyu kirlettiği düşünülerek, gömülmek yerine buradaki yüksek kulelere terk ediliyor. Vahşi hayvanlar ve kuşlar onları yok edene kadar görevli rahipler gözetimi sürdürüyor. 1960 tan sonra bu gelenek yasaklanmış.






Taksi bizi bekliyor yolumuz Şiraz'a doğru...Buradaki otele ödediğimiz fiyatı kaydetmediğim için tam emin değilim Benan'a sordum oda hatırlamıyor ama geceliği 50 bin tümen olmalı. Bunun içinde bedava ve sürekli çay kahveyi sayarsak aslında fena da sayılmaz o güzelim avluyu da unutmamak gerekir.



















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder